Bölüm 15: Eflatuna Bulanan Fırçalar

17.9K 412 120
                                    

Küçük lambalarla ışıklandırılmış bir tepe, tam karşımda Doğukan, arkasında neredeyse bütün sınıf arkadaşlarım... Hep bir ağızdan bağırdılar.

"Sürpriz mezuniyet partisii!"

Bugüne dek içime çekip de dışarı bıraktığım her nefes boğazıma geri dönmüş ve boğazımın tam ortasında kocaman bir nefes yumağı oluşmuş gibi tıkandı geçişlerim. Gülmek istesem dudağımın kenarına ağır yükler asılmış gibi gülemiyor; mutluluktan ağlamak istesem yaşlarım yerlerinden sökülüp alınmış gibi ağlayamıyordum şimdi. Duygularım minik lav parçacıklarıyla yakılmışçasına donuklukta yüzüyordum. Yalnızca bakıyor, benden bir tepki bekleyen onca insanı izliyordum. Şaşkınlıktandı elbette bu vaziyetim; biraz da mutluluktan...

Sağ elimi yavaşça kafama götürdüm, şapkayı üst kısmından tuttum ve başımdan çıkardım; karışan minik saç tellerimi diğer elimle düzeltmeye çalışırken şapkayı da iç kısmı bana dönük olarak göbeğimin hizasına gelecek şekilde aşağı indirdim. Bu hamle üzerinde oyalanırken anlık duraksamalardan faydalanarak ayrıntıları çözmeye çalıştım.

Hemen hemen on, on beş kişi vardı elleri alkışlamaya hazırmışçasına havada bekleyen; yüzlerini tam olarak seçemiyordum. Etrafa küçük, renkli armut minderler yerleştirilmişti ve minderlerin birkaçının yanında küçük mü küçük masalar vardı. Havada asılı kalan balonlar büyük taşlara bağlanıp yere sabitlenmişti. Aydınlatma işinin nasıl olduğuna erdirememiştim aklımı; gaz lambası ve el feneri karışımına benzer -nasıl oluyorsa- küçük aydınlatma araçları, demir olarak gördüğüm çubuklarla hazırlanmış düzeneğe asılmıştı. Çok büyük bir alan değildi üzerinde durduğumuz yer; fakat solda duran karavan sığıyorsa çok da küçük bir alanda değildik demek ki. Oldukça ufaktı karavan ve kapısı açıktı; fark ettim ki kurulan düzenek karavana dayandırılmıştı. Kafamı yeniden, canlı olan ve beni bekleyen gövdelere çevirirken derimi narince sıvazlayan rüzgârla mayhoş bir huzura kapıldım.

Bedenimin içine kurulmuş dünyadan bir imdat sesi geldi derinden. Gözlerimi kısarak sese odaklandığımda halktan çıkan bir grubun nutkumu tutmuş olduğunu ve onu neredeyse linç edeceklerini gördüm. İmdat sesi de açık olarak nutkuma aitti. "Sen işine bak," dedi o an Papyonlu Adam, "İşine bak, ben halledeceğim." Papyonlu'nun ortaya çıkışına üzülmeli miydim; yoksa onu, haylaz yapısına rağmen sevdiğimi kabullenerek, ortaya çıktığına sevinmeli miydim, yine kararsızdım.

Sokaklarımda çıkan kargaşadan olsa gerek, allak bullak olmuştu beynim ve bulanmıştı denizlerim. Neden sonra bu saniyeye kadar nefesimi tuttuğum gerçeği ile karşılaştım. Kendi gerçeğimi gün yüzüne çıkardığımda Papyonlu da içerideki kargaşayı dağıtmış ve nutkumu salıvermiş olmalıydı ki nefes alıp verişlerim gereğinden hızlı işlese de yeniden rayına oturdu; duygu tabakalarım terk ettikleri boşluklara geri dönerlerken, ölen bir insanın gözünün önünden film şeridi olarak hayatının geçmesi gibi duygu namına ne varsa saliseler içinde oturdu yüreğime. Hayret, mutluluk, heyecan, huzur, sevinç, rahatlık, mahcubiyet, şefkat, heves... Gurur, sahiplenme, belki biraz aşk...

Alacalı olan bu ortamda bile gözlerinin parıltısını görebildiğim Doğukan, dudaklarını incelterek çaldığı bir ıslık eşliğinde tek elini salladı gözüme doğru. "Dünyadan Kumsal'a, yaşıyor musun?" Aramızdaki mesafeye rağmen bulunduğu yerden hafifçe bana doğru eğildi elini sallamaya devam ederek. "Bütün gün bu anı planladım, tepki vermezsen şuradan atlarım."

Buraya geldiğimiz ve bu sürpriz manzarayı gördüğüm andan beri geçen süre bana aylar gibi gelmişti ama olsa olsa bir dakika geçmişti aradan. Doğukan'ın sessizliğe dokunup benden beklenen ilk tepkiye öncülük etmesi saçlarımdan tırnaklarıma kadar her yerimin gevşemesini sağlamışçasına, dudaklarıma asılı yükler aniden çekilivermiş gibi gülmeye, yaşlarım da habersizce yuvalarına dönmüşler gibi bir yandan da ağlamaya başladım.

Kalbini Aya VerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin