Bölüm 17

3.2K 289 16
                                    

Berbat bir gün!

Lanet olsun hala yaşıyorum. Rose’un anlattığına göre dünkü olanlardan sonra bayılmışım. Beni hemen hastaneye götürmüşler. Bunu zaten elim ve bileğimdeki sargıdan anlayabiliyorum. Eğer biraz daha geç kalsalarmış kan kaybından dolayı hayatım riske girebilirmiş. Keşke girseydi. Keşke ölseydim. Tanrım zaten düzgün bir hayat yaşatmayarak bana yeterince acı çektirdin. Niye ölmeme izin vermiyorsun? Ne yaptım da cezasını bu kadar ağır çekiyorum?

Bayan Rivers sabah odama gelip dün neler olduğunu anlatmamı istedi. Tabi ki anlatmadım. Rose’u ele veremezdim. Zaten kendime zarar verdiğim için Rose kendisini suçluyor. Her şey iyice boka sardı. Her neyse Bayan Rivers’a bir şey anlatmayınca kahvaltıya inmemi söyledi ama kabul etmedim. Bulunduğum durumdan olacak ki üstüme gelmek yerine kahvaltıyı odama getirtti. Hala sehpada duruyor. Yemek istemiyorum. Serbest zaman başlayalı bir buçuk saat olsa da daha aşağı inmedim. İnmeyeceğim de. Burada oturup ölümümü bekleyeceğim.

Kapının aralanmasıyla üstümdeki örtü ile yüzümü kapattım. Her kim geldiyse beni rahatsız etmesini istemiyordum. “Niall?” Ah, Rose. Onunla konuşmak zorundaydım yoksa kendini daha suçlu hissedecekti.

Başımı örtünün altından çıkarıp yatakta doğruldum.

“Rahatını bozma. Ben sadece bir şeye ihtiyacın var mı diye sormaya gelmiştim.”

Bir şey demeden elimi oturması için hafifçe yatağın kenarına vurdum. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra işaret ettiğim yere oturdu. “Nasıl hissediyorsun?”

“Her şeyin suçlusu senmişsin gibi davranmayı kesecek misin?” dedim onu duymazlıktan gelerek.

“Dün seni bunu yapmaya iten her neyse Demi ile aranızda geçen bir şeyden dolayı oldu. Eğer doğru olanı yapıp gitmene izin vermeseydim bunlar olmayacaktı.”

“Saçmalama Rose. Dün neler olduğunu bilmiyorsun bile. Yaptığım şeyin Demi ile alakası yoktu. Dün onunla unutamayacağım bir gün geçirdim.”

“O zaman neden kendine bunu yaptın?”

“Biliyorsun ben sorunlu bir insanım.” Dedim omuz silkerek.

“Bir nedeni olmalı Niall.”

Gözlerimi pencereye çevirdim. “Belki bir gün anlatırım.”

Uzun bir süre bana bakmaya devam ettikten sonra derin bir nefes aldı. “Ziyaret saati başlamak üzere. Benim şimdi gitmem gerekiyor. Sonra yine gelirim tamam mı?”

Hafifçe gülümseyip kafamı salladım. Rose ayağa kalkıp kapıya yönelmişti ki birden durup tekrar bana döndü. Tereddütlü adımlar atıp bana iyice yaklaştı ve alnıma küçük bir öpücük bıraktı. Bu fobimi yenmiştim artık. Bravo dört ay boyunca fobiler kralının tek yapabildiği bir fobisini yenmek.

Rose odadan çıktığında gözlerimi duvardaki saate diktim. Demi her zaman 15.20’de geliyordu. Saat ise 15.15. Bugün ilk defa yataktan kalkıp pencereye yöneldim. Bugün ilk defa Demi’nin yolunu gözlediğimi kabullenmiştim. İlk defa ona ne kadar ihtiyacım olduğunun farkına varmıştım.

Ne kadar süre burada dikildiğimi bilmiyorum ama Demi’nin arabası yolda görünmüştü. Yüzüme istemsizce bir gülümseme yayıldı. Boş bir alana arabasını park edip indiğinde anında Bayan Rivers ve Rose yanında bitmişlerdi. Bu da ne? Ne konuşuyorlar onlar? Şu an sadece Demi’nin yüzünü görebiliyordum. Diğerleri bana sırtını dönmüşlerdi. Bayan Rivers’ın konuştuğunu elinin sürekli oynamasından anlamıştım. Her ne diyorsa Demi hem şaşırmış hem de üzülmüştü. Mimiklerini zorlukla görebilsem bile bunu davranışlarından anlamak mümkündü. Arabasına dönüp kapısını açmıştı ki başını yukarı kaldırıp benim olduğum pencereye baktı. İkimizde birbirimize bakıyorduk. Yüzümüzde hiçbir ifade yoktu ama bakışlarımız yeterince anlamlıydı. Demi’nin arabasını çalıştırıp uzaklaşmasıyla Rose ile Bayan Rivers içeri girdi. Biraz sonra da kapım çalındı.

“Bayan Rivers senin için ziyaretçi kabul etmiyor.” Dedi Rose içeri girer girmez.

“Neden? Bu saçmalık.”

Konuşmak yerine cebinden telefonunu çıkardı ve bana uzattı. “Demi’yi ara. Bayan Rivers ona her şeyi anlattı. Senin için çok endişeleniyor.”

Teşekkür edip elinden telefonu aldığımda Rose “Kapının önünde bekliyor olacağım.” diyerek dışarı çıktı.

Dün giydiğim pantolonun ceplerini karıştırdım ve kağıdı bulup üstünde yazılı olan numarayı tuşladım. Uzun birkaç çalıştan sonra telefon açıldı.

“Alo?”

“Demi. Benim, Niall.”

“Niall, iyi misin?” Sesindeki endişe direk kendini göstermişti.

“Evet.”

“Bayan Rivers dün kendine zarar vermeye çalıştığını söyledi. Ne saçmalıyor o kadın?”

“Ben sadece… Gerçekten acıları bastırabiliyor mu diye test etmiştim.” Diye mırıldandım.

“Bana bunu yaptığını söyleme Niall.” Sesi titremeye başlamıştı.

Şu an beni görmese de başımı öne eğmiştim. “Üzgünüm.”

“Neden? Dün çok iyiydik. Ya da ben öyle sanıyordum. Seni incittim mi?” sesi giderek boğuklaşıyordu. Sanırım ağlamak üzereydi.

“Seninle bir ilgisi yok Demi. Başta seni öpen bendim, değil mi?”

“O zaman neden Niall? Ya sana bir şey olsaydı? Hiç mi beni düşünmedin? Yanımda bir tek sen varsın. Seni de kaybetmeyi göze alamam.” Artık ağladığından emindim.

“Ağlama, lütfen… Özür dilerim Demi… Charlotte yüzünden. Onun sesini duydukça kendimi kontrol edemiyorum.”

“Dün o yüzden apar topar gittin, değil mi? Yine sesler duyuyordun. Sana yardım edebilirdim. Neden bana izin vermedin?”

Tanrım Bayan Rivers ne kadar acımasız biri. Şu an ikimizin de birbirine ihtiyacı varken nasıl olur da Demi’yi içeri almıyor?

“Olan oldu. Hem bak sesimi duyuyorsun, iyiyim işte.”

“Sesini duymak yetmiyor. Yanında olmak istiyorum.”

“Bende.” Yanağımda hissettiğim sıcaklıkla duraksadım. Başımı duvara yaslayıp gözyaşımı sildim. Demi’ye şu an hiç olmadığım kadar ihtiyacım var.

“Niall?”

“Buradayım.” Dedim derin bir nefes aldıktan sonra. “Yarın yine gelecek misin?”

“Evet ama Bayan Rivers yine beni gönderecek.”

“Bir yolunu bulacağım Demi. Yarın beni görmeden gitmeyeceksin, söz veriyorum.”

Kapının birden açılmasıyla yerimden sıçradım. “Bayan Rivers geliyor.” Rose’a başımı salladım.

“Kapamam gerekiyor. Yarın görüşürüz, tamam mı?”

“Tamam. Kendine dikkat et.”

Ve finale  son dört bölüm :D

Half A Heart (Demi Lovato&Niall Horan/Diall)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin