/93/SABAHI BEKLEYECEK SABIR YOK KALBİMDE/
5 ŞUBAT 🍂🍂 ( Üç gün sonra)
'Sen şahit oldun doğduğum güne. Ben neyim, ne değilim en iyi sen bilirsin. Anam babam bilmezdi derdimi, karımda pek bilmedi ama sen bildin, sen gördün beni. Seninle büyüdüm ben, çocuklarım senin duvarların arasında güldüler, ağladılar. Zalimliğimi ne onlar unutur ne sen. Şimdi bir bir çıkıyorlar avuçlarımın arasından. Öyle bir nefret etmişler ki benden, gidin dediğimde ses etmediler. Şimdi bir benim, bir karımın yüzünü göreceksin burada. Çocuklarım olmayacak, torunlarım olmayacak. Senin soğuk duvarlarına bakarak yanacağım bağrımdaki acıyla.'
Özadlı konağının üstünde gezinen karabulutları kimse dağıtmaya çalışmıyor, her biri kendi payına düşen duygularla cebelleşiyordu. Sessizliğin hakim olduğu soğuk duvarların arasında konuşan yalnızca bakışlardı. Ara ara Meryem ve çocuklarının sesi yankılanıyor, onda ise genç kadın çocuklarını sessiz olmaları konusunda uyarıyordu çünkü odasına kapanan Zahide Hanım çocukların sesine katlanamadığını her seferinde azarlar tonda söylemiş, susturmasını istemişti. Halden anlamaya çalışan Meryem'in sabrı ise sınırlarda gezinmeye başlamıştı. Kayınvalidesinin tavırlarını Kenan'ın hatrına alttan almaya çalışsada dur diyeceği noktaya hızla yaklaşmaktaydı. Kocasına ve çocuklarına tek bir kelime etmeyen, sesini çıkarmayan Zahide Hanım dönüp dolaşıp hırsını Meryem ve çocuklarından çıkarıyor, gelininin sabrını sınıyordu. Ve üç günün sonunda genç kadının sabrı artık taşmıştı.
" Lahanaları çok bekletme suda, erimesinler. " diyen Meryem, Dilan'ın onaylamasıyla sırtını buzdolabına yaslayıp gözlerini ocağın üstünde kaynayan tencerelerde gezdirdi. Kaç gündür doğru düzgün yemek yiyen yoktu ve az yapılması çalışanlarında dikkatini çekmeye başlamıştı. O günden sonra üst katların temizliğini yapan da Meryem idi çünkü Zahide Hanımın ağlamaklı inlemeleri arasında söylediklerini duymasınlar diye üst katlara çıkmalarına izin vermiyordu. Berfu ise ara sıra temizliğe yardım ediyor, sofra kurulana kadar ortalarda görünmüyordu. Hasan Ağaya hazırladıkları tepsiye Zahide Hanımın tabaklarıda eklendiği için koşuşturması daha da artmıştı. Kayınvalidesi getirilen yemeklere tiksinircesine bakıp yiyemem diye geri çevirdiğinden istediği şeyleri hazırlamak için yeniden mutfağa giriyor, sabır dileye dileye hazırlıyordu. Bu öğlen ise yemekten önce yanına gidip sonrasında uğraşmamak için ne pişirdiklerini söyleyen Meryem, yiyeceğini söylemesiyle yanından ayrılmış, tepsiyi hazırlayarak geri dönmüştü ve tepside gözlerini gezdiren Zahide Hanım yiyemeyeceğini söyleyip hafif bir şeyler getirmesini istemişti. Dilinden düşmeyen sabır ile mutfağa geri dönmüştü genç kadın ve artık bir süre böyle sürüp gideceğine emin olmuştu. Akşam yemeğini hazırlarken bu kez sormayı es geçti çünkü öğlen söylemesine rağmen aynı şey olmuştu.
"Ağlama artık Arda. Anneme söyleriz."
Oğlunun sesini işiten Meryem, gözlerini tencereden ayırıp mutfağın kapısına doğru " Hava buz kesiyor, odanızdan çıkmayın demedim mi ben size?" diyerek ilerlediği sırada iki oğlu o daha varamadan mutfağa girdi. Küçük oğlu sağ kulağına avcunu kapatmış ağlarken, büyük oğlu kardeşinin sırtını sıvazlıyordu.
" Ne oldu kardeşine? Düştün mü oğlum, ne oldu sana?"
Öne doğru eğilip oğlunun bileğini kavrayan Meryem, zorlanmadan çektiğinde gördüğü kızarıklık yüreğinin sızlamasına neden oldu ancak büyük oğlunun söyledikleriyle sızısına öfkesi eklendi.