Uyandığında trendeydi. Uzandığı zemin raylarda son hızla ilerlerken sarsılıyordu. Başı fena halde ağrıyordu Yuta'nın. O birkaç saniye tek düşünebildiği buydu.
Bedenini zorla da olsa kaldırdı. Trene ne zaman bindiğini hatırlamıyordu. Binmemişti, bundan emindi çünkü en son Doyoung'un evindeydi. Sarhoş olacak kadar içmemişti.
İlk baş olduğu yerde durdu ve etrafa baktı, dinledi. Kaçırılmış olabilirdi. Ama sonra bu düşünceyi beyninden attı. Çok saçmaydı.
Trenin kapalı kapılarına baktı. Pencerelerden dışarıyı inceledi. Evet, kimse yoktu ve neler olduğunu bilmiyordu. Tren, dar bir ray sisteminin üzerinde ilerliyordu. Altta ise dağlar vardı. Fakat karanlıktı. Hem de zifiri karanlık. Bir tek trenin içindeki mavi florasan lambalar etrafını görmesini sağlıyordu.
Tren tıkırdarken sırtını duvara verip oturmak yerine etrafa bakındı, vagonun kapısını açmayı denedi ama hiçbir şekilde çıkış yoktu. Uzun vagonda kapana kısılmıştı.
Bunlar gerçek değildi, Yuta korkmuyordu. Gerçek olsa bile buraya gelemezdi. Ayrıca trende yalnız da olamazdı, mutlaka kondüktör olmalıydı. Etrafına onu inceleyen kameralar var mı diye bakındı. Hiçbir şey yoktu. Karanlık ve kilitli kapılar haricinde burası normal bir trendi.
Vagonda bulunan lavaboya girdi, havalandırma deliğine uzunca baktı. Oradan içeri girip kondüktörün yanına ulaşabilse her şey hallolucaktı. Ama delik küçük ve vidaları sıkıydı. Hiçbir şekilde geçiş yoktu.
Yuta sinirlendiğini hissetti; patlamaya hazır volkan gibi, lav giderek yükseliyordu. Hiçbir şey yapmadan duramazdı.
Lavabonun kapısını açtığında karşısında bir beden duruyordu.
Başı öne eğikti, sık ve hırıltılı nefesler alıyordu. Ve sallanıyordu. Mavi loş ışıkta öylece dikilen beden onu korkutuyordu. Yuta'nın kalbi küt küt atmaya başladı. Yavaşça kenarda duran sopayı aldı.
"Kimsiniz?" Karşısında duran kişiye güvenmiyordu. Yavaşça sordu. Fakat beden ona cevap vermedi.
"Kimsiniz?" Daha sertçe sordu. Terleyen elleriyle sopayı sıkarken bir adım ilerledi. Beden tepki vermedi.
Yuta tam ağzını açacak iken beden başını kaldırdı.
Bu Taeyong'du. Yuta'nın bedeni adrenalinle dolarken sopayı Taeyong'a geçirdi. Başına tekrar tekrar vurdu. Çocuk yere bilincini kaybederek devrildiğinde Yuta ne yaptığının farkında değildi. Fakat pişman da değildi. Çünkü bu gerçek Taeyong değildi.
Bilincini yitirmiş bedenin yanında, yerde duran gümüş bıçağı fark etti. Ayağıyla tekmeledi.
"NERESİ LAN BURASI?!" Bağırdı ve koltukları tekmeledi. "NERESİ?!" Sinirden ellerini saçlarına geçirdi. Mavi loş ışık yanıp sönmeye başladı. Ve bir süre sonra tamamen karanlık oldu.
"Sikeyim." Etrafına bakmaya çalıştı ama sanki gözleri kapalı gibiydi. Kapkaranlıktı. O kadar karanlıktı ki boğuluyor gibiydi.
Fakat çok geçmeden tren rahatsız edici bir sesle durdu. Durmaya başladığında aniden kırmızı bir ışık yanmaya başladı. Taeyong'un bedeni önünde duruyordu. Elinde gümüş bıçağıyla.
Kısa süre sonra Yuta'nın bilinci kapandı. Sonsuza dek.
*
*
Happy ramazanlar ve happy ölümler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANTROPOFOBI
Fanfiction❝ geyik geldiğinde, ölüm peşinde. ❞ ⋟Bir grup dost. Birinin ölümü ile peşi sıra gelen talihsizlikler ve doğaüstü olaylar. Birbirine tutunan eller, bir hayatta kalış mücadelesi. Ve ölen bedenler. © dububaozi • nct • gizem + gerilim...