Baba

35 1 0
                                    

Önümde iki tas yemek vardı. Açtım, çok açtım. Ama yemiyordum, yiyemiyordum. Sadece boş bir şekilde bakıyordum önüme. Ta ki "Gitme vaktin geldi Oğuz. İnanır mısın, baban seni almaya geldi" lafını duyana kadar. Kalbim sıkıştı, nefesim daraldı. Aniden kalktım ayağa sevinçle. Delirmek üzereydim mutluluktan. Babam. Şöyle bir yüzüne bakıpta "aslan babam" diyemediğim babam. Bir sorun yaşadığımda arkamda olduğunu hissedemediğim babam. Bana güven vermesi gerekirken, onun oğlu olmayı bile bana çok gören babam. Hepsini bir kenara bırakabilirdim. Koşabilirdim ona, sarılabilirdim. Hayatta en güvenli yer olan babamın yanında, her ne kadar bir erkeğe yakışmadığı düşünülse de hüngür hüngür ağlayabilirdim. "Hoş geldin baba" deyip bakardım yüzüne. İncelerdim hiç görmediğim babamı. Hemen kalkıp peşlerine düştüm. O kadar hayale dalmıştım ki önümde birbirine bakıp kıkırdayan bakıcıları fark edemedim. Beni babamın yanına götüreceklerdi ya, o yeterdi bana. Sonra babam beni alıp götürecekti buralardan. Ben onu asla üzmeyecektim, asla sinirlendirmeyecektim. Bir daha bırakmayacaktı beni. Ve onun yüzünü kara çıkarmayacak, büyük bir insan olacaktım. O gün gelecek, babam bana gururla bakıp "İşte benim oğlum" diyecekti. Bu cümleyi hayatta hiçbir şeye değişmezdim. Bir babanın oğluyla gurur duyması. Daha iyisini düşünemiyorum.
Sonunda gelebildik. Bir odanın önündeydik, bakıcı kolumdan tutup içeri soktu beni. İçerde gözlerim babamı aradı ama yoktu. Önlüğünden doktor olduğunu anladığım bir amca vardı sadece. "Babam nerde? Gelecek mi babam? Alacak mı beni?" deyip kendi etrafımda dönüp odadakilerin yüzlerine bakıyordum. Biraz heyecan, biraz korku. Ve bir endişe. Hayal kırıklığı olmaması yönünde. Arkamda kırbaç gibi şaklayan "Ne babası salak, buradan çıkacağını mı sandın" lafı ve akabinde itilip doktora doğru savrulmam. Gülmeye başladılar. O an boğulduğumu hissettim. Pardon hissetmedim, boğuluyordum açıkça. Nefesim daralıyor, gözlerim kararıyor. Yere düştüm. Etrafımdakiler yok oldu, her taraf karanlık. Ağzımdan zorlukla çıkan tek bir laf: "Baba, ölüyorum"

Kan ter içinde uyandım. Deli gibi nefes alıp veriyordum. Kalkıp yatağa oturdum, gerçekmiş gibi can çekişiyordum. Yere düştüm. Masanın üzerindeki suya uzanmaya çalıştım. Ama suyu almaya çalışırken masadaki saat düştü yanıma. Yerde gözlerim fal taşı gibi açık halde önümdeki saate bakıyordum. Saat 05.02'ydi.
Bir süre sonra kalkacak gücü kendimde bulmayı ümit ederek doğruldum. Zorlukla kalkıp "Burak" diye bağırdım. Kendimi yatağa atıp tekrarladım çağrımı. Durumu anlamış olacak ki koşa koşa geldi. Hiç konuşmadı halimi görünce. Hemen suyu bardağa doldurup içirdi. Biraz sonra kendime geldim. Yüzüne baktım hüzünle, korkuyla. Bana acır gibi bir hali yoktu. Üzülüyordu. Biliyordu durumumu. Üzerimi örttü. "Bir isteğin var mı?" diye sordu. Hafifçe kaldırdım başımı yukarı. Alnımdan öpüp "aslan kardeşim" deyip çıktı odadan. Tavanı izlemeye başladım. Ne kadar izledim hatırlamıyorum, uyuyakalmışım.
Alarm çalıyordu. En sevdiği şey uyku olan biri olarak, hayatım boyunca alarm sesinden hep nefret ettim. Uyanıp doğruldum yatakta. Daha gözlerimi bile açamadan elim masanın üzerindeki sigara paketine gitti. Fazla içiyordum belki ama çokta umrumda değildi açıkçası. Bir sigara çıkarıp dudaklarıma götürdüm, çakmağı alıp yaktım. Derin bir yudum aldım sigaradan. Bu duyguyu çok seviyordum. Ayağa kalkıp çıktım odadan. Burak ve Murat çıkmıştı. Ben de duş alıp çıktım evden. Kahvaltı yapmadım, sevmem de zaten. Bir insanın uyandığı gibi yemeğe koşması ve bunu açık bir iştahla gerçekleştirmesi bana hep garip gelmiştir. Evden çıkınca Burak'ı aradım, üniversiteye yakın bir kafede oturduklarını söyledi. Sık gittiğimiz bir yerdi. İşletmecisi sevdiğimiz ve bizi de seven biriydi. Otobüse bindim, kulaklığımı taktım. Müzik dinlemekten aşırı şekilde hoşlanırdım. Kafamı cama yasladım, Gamze'yi düşündüm. Hayatımı düşündüm. Yaşadıklarım reva mıydı yani? Ben bunu hakedecek ne yapmıştım diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Her zaman bu düşünceler beynimi kemirir, ne yapacağımı bilemeyecek duruma gelirdim. Yine o duruma düşmekten korkar haldeyken yardımıma Mazhar Alanson yetişti. "Benim hâla umudum var, isyan etsem de istediğim kadar" diye bir girdi şarkıya, halimi anlar gibi. İyice gömülüp, usulca dinledim.
"...Güzel günler bizi bekler, eyvallah dersin olur biter
Güzel günler bizi bekler, eyvallah dersin geçer gider..."
Bundan sonra ki hayatımda önemli bir yere sahip olacak o kelimeyi sarfetmişti Mazhar Alanson. Eyvallah. Hayat bir bakıma "eyvallah" deyip geçip gitmektir. Uzun ve süslü sözlere inat...

Otobüsten inip şöyle bir baktım etrafıma. Ankara. Güzel Ankara. İçindekiler senden bıkmış olsa da, kaçıp gitmek isteselerde; sen benim içimde her zaman güzel bir hatıra olarak kalacaksın. Yolların denize çıkmayacak hiçbir zaman, caddelerinde güzel bikinili kızlar dolaşmayacak, bir tatil ve eğlence merkezi de olamayacaksın. Ama sen hayat kadar gerçeksin Ankara.
Derin bir nefes alıp yürüdüm kafeye doğru. Çok geçmeden vardım. Gözlerim Burak'ı ararken damarlarımda dolaşan kanın donmasına sebebiyet verecek bir şeyle karşılaştım. Burak ordaydı, Murat yanındaydı. Ama bir misafirimiz daha vardı yanlarında. Beni farkedince kafasını kaldırıp baktı. Bende ona baktım. Gamze'ye...

Ben Deli DeğilimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin