Herkesin Bir Hikayesi Vardır

48 0 0
                                    

Hayatta en rahat insanlar, zengin olanlar değildir. Dubleks bir evi ve kapısındaki son model arabası o kişiyi rahat yapmaz. Bu hayatta en rahat insan, ne yaptığını bilen insandır. Bir amacı olan ve ona göre hareket eden, attığı adımı emin olarak atan insan. Ve yine hayatta en aciz insan, ne yapacağını bilmeyen insandır. Köşeye sıkışmış bir kedi gibi acizdir. Girdiği tüm yollar, çıkmaz sokaktır. Ben de o durumu yaşıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Yaptıklarım benden bağımsız gelişiyor gibiydi. Yaptığım her hareketten sonra kendime lanet ediyordum. Her zaman doğru olanı kendim sanıyordum. Ama hayat, yanlış olanın ben olduğumu her defasında yüzüme vuruyordu. Ben yanlış olduğumu düşünüyordum. Hayır yanlış olan ben değildim. Sevdiğim için kimse beni yargılayamazdı. Bu hayat benim ve her ne istiyorsam onu yaparım. Bedelini de kendim öderim. Kendimi böyle avutuyordum işte.
Kalacak bir yer bulmak, bir üniversite öğrencisi için asla zor olmaz. Bir evde 4-5 kişi sıkışıp kalan, kanları deli gibi kaynayan üniversiteliler için eve gelen bir misafirden daha güzel bir şey olamaz. Tabi öncelik kız olan misafirler.
Bir arkadaşımın evini ayarlamıştım. İstediğim kadar kalabilirdim. Ama ben bu misafirlik işinin uzun sürmesini istemiyordum. Hem kaldığım evin fertlerine rahatsızlık vermek istemiyordum, hem de kendi evimden başka yerde rahat edemiyordum. Peki ne yapacaktım? Gidip özür mü dileyecektim. Sevdiğim için. Tabiki hayır. Olacaklar hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Her şeyi zamana bırakmıştım. Hiçbir şey düşünecek durumda değildim. Zaten başıma ne geldiyse gereksiz düşünmem yüzünden gelmişti. Düşünmeden iş yapmalıyım demiyordum tabi ama fazla da kasmanın anlamı yoktu. Gizleyecek bir şeyim kalmamıştı. En azından bu yükü üzerimden attığım için rahattım. Gece kafamı yastığa koyduğumda hiçbir şey düşünmeden uyumak istiyordum artık.
İşte yine yatağa uzanmış, elimde sigarayla tavanı izliyordum. Sigaram, ben tavanı izlerken yavaş yavaş yanıyordu. Sigarayı izledim bir süre. Hep kendime benzetirdim sigarayı. O da aynı benim gibi yanar, öyle kendi kendine kül olur biterdi. Hayat, beni bir sigaraya bakarak saatlerce düşündürecek bir hale sokmuştu. Kendime gelmek istiyordum, yapamıyordum. Uyumalıydım. Sigaramı kül tablasına basıp, kafamı yastığa tam koymuştum ki çalan telefonumun sesi beni kaldırdı. O an saatlerdir bu odada çıkan tek sesin bu zil sesi olduğunu farkettim. Gülümsedim. Ağlanacak halime gülmekti bu.
Telefonun ekranına baktığımda arayanın Murat olduğunu gördüm. Aslında cevap vermek istemiyordum ama Muratın bu olayla hiçbir alakası yoktu ve ondan neden uzak durduğum konusunda bir fikrim de yoktu. Biraz bekleyip cevap verdim telefona:
-Efendim
-Sana hiçbir şey sormayacam. Eğer gelebileceksen Ruhi Mey Meyhanesindeyim
-Yarım saate ordayım
Telefonu kapatıp doğruldum yataktan. Bir şeyler içmek beni kendime getirir diye düşünüyordum. Muratla içmek aslında hiç zevkli değildi. Bir bakıma da çok zevkliydi. Onunla rakı masasında susmak beni deli ediyordu. Öylece dalar gider, tek kelime etmeden içerdi. İyi yanıysa, onu o durumda izlemek film izlemek gibiydi. Kim olduğunu, yaşadıklarını bilmediğin birini izlemek. Kafanın içinde bin türlü senaryo oluşturmak. Hani Murat öyle susardı ki, sanki konuşsa susmayacak gibiydi. Konuşsa sanki yer yerinden oynayacak, dağlar taşlar Murat'a ağlayacak gibiydi. Yani Murat, "konuşsa roman olur" tarzda biriydi. Biraz da belki şimdi birkaç şey konuşur umuduyla kabul etmiştim teklifi. Kalkıp giyinsem iyi olacaktı, belki ki bu gece bitmeyecek gibiydi.
Mekâna girdiğim an, gözlerim Murat'ı aramıştı. Bulmam çok zor olmamıştı. Genellikle mekânın en ücra ve her tarafı gören köşesine oturur, izlerdi insanları. İşte yine orda oturmuş, yanındaki rakı şişesi yarılamıştı bile. Yanına doğru yürümeye başladım, kafasını çevirip bakmadı bile. Sanki mekâna girdiğim an geldiğimi farketmiş ama tepki vermemişti. Masanın yanına geldiğimde kalktı, sarıldık. Bu sarılma klasik bir hoşgeldin sarılması değildi. Muratla ilk defa böyle sıkı sıkı sarılmıştık. Halime üzüldüğünü anlayabiliyordum. Zaten aramızda en çok o üzülürdü. Kendinden çok bize üzülürdü. Ulan biz takmazdık hiçbir şeyi, o bizden çok bizi düşünürdü. Hiçbir zaman tam olarak değerini bilemedik. Ama insan hayatının bir döneminde dönüpte arkaya baktığında, zamanında farkedemediği bir çok şeyle karşılaşıyor. İnsanlara baktığında, artık farklı bakıyor. Eski davranışları anlamsız gelmeye başlıyor. İşte bu, hayatın dönüm noktası diye adlandırdığımız durum. Belki bir aydınlanma. Belki sadece şöyle bir silkinmek. Her ne olursa olsun, artık eski sen olmuyorsun. Bir oyunda gibisin ve seviye atlıyorsun.
Sarılmamız bittiğinde geriye çekilip şöyle bir baktım Murat'a. Her gün görmeme rağmen bugün bir farklıydı. Simsiyah gözleri, yaşadıklarını ve gözlerinin arkasına sakladıklarını gizlemek için bir perde gibiydi. İnsanın mutluluğunu gözlerden anlarız ya hani, o buna izin vermiyordu. Nasıl yapıyordu, hâlâ bilmiyorum ama öyleydi. Belki o perdeyi bu gece biraz aralardı da, ben de gerçek Murat'ı tanırdım.
Geçip karşısına oturdum. Hiç sormadan önümdeki bardağa rakıyı doldurmaya başladı. Ömrüm boyunca bu sahneyi hep sevmişimdir. O rakının bardağa dökülüşünü izlemek beni rahatlatırdı. Sanki birazdan içeceğim şey, bendeki tüm sıkıntıları alıp götürecek gibi düşünürdüm. Bir bakıma öyleydi ya zaten. İçersin, içersin. Ama deli gibi değil, edebinle. Efendi gibi. Bir süre için artık sıkıntıların sana acı vermez. Bakarsın rakı şişesine, "ulan şunu alıp kafaya dikeyim, yaksın içimi" dersin. Ama o da hoş olmaz. İşte bu tepkiyi veren insanlar, içindeki ateşi ateşle söndürmek isteyen insanlardır.
Murat yüzüme bakıyordu. Boş bir bakıştı bu. Önemli olan ben değildim orda. Hani çekilsem kenara, arkamdaki duvara aynı şekilde bakacaktı. Ben yokmuşum gibi bir hali vardı. Ve belli ki anlatacakları da vardı. Anlatacağı şeyleri anlatmak istemiyor, ama anlatıp içini boşaltmak istiyordu. Yıllarca sırtında hamal gibi taşıdıklarını bir an olsun bırakıp, nefeslenmek istiyordu. İçindekileri kusup, rahatlamak istiyordu. İnsan olduğunu hatırlamak istiyordu...
Kadehinden bir yudum daha alıp yüzüme baktı. Derin bir nefes aldı. O nefeste yılların birikimi vardı. Dolu dolu bir nefesti. Anlatmaya başladı:
-Bundan yaklaşık 3 sene önce. Bir kız arkadaşım var. Tabi sana garip geliyor. Ama var. Ben de o zamanlar böyle değil. Aktifim, sosyalim. Her ortama ayak uyduracak, sempatik bi tipim hani. Kız da bizim mahallede. Ahu... Yıllar sonra ilk defa ismini ağzıma aldım biliyor musun Oğuz? İçim titriyor, bilmiyorsun. Neyse. Ahu bizim karşı apartmanda oturuyor, yeni taşınmışlar. Yaşıtım benim. Bir gün ben yine mahallenin kaldırımında öyle boş boş otururken bu geçti önümden. Kafamı kaldırdım böyle, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalışarak izledim onu. Çok güzeldi. Esmer böyle, saçları omzuna kadar geliyor. Yüzü o kadar masumdu ki... Sanki ömrü boyunca tek bir yalan dahi söylememiş kadar masum bi görüntüsü vardı. Bembeyaz bi elbise vardı üzerinde, hiç unutmam. Küçük kız çocukları gibi böyle. Ama melek gibiydi. Sanki o an gökten inmişti. Gerçekten bi an buna inandım, biliyor musun? Melek olabilme ihtimaline.
Kafamın içinde bu düşünceler dönüyor, tabi ben de onu hayran hayran izliyorum. Kafasını şöyle bi çevirip baktı bana. Dondum. Vücudumdaki tüm organlar yaşamsal faaliyetlerini durdurmuş gibi kitlendim. O an dünyada değildim yani. Öyle tatlıydı ki... Hani böyle dokunmaya kıyamazsın. Elini bile tutamazsın, incinir diye korkarsın. Ben de durup o güzel tabloyu izledim. Öyle​ce geçip gitti önümden. O gitti, ben kalktım ardından baktım böyle. Yolun ortasında donmuş kalmışım, arkamda arabalar birikmiş. Adamlar bende ne ana bırakmışlar, ne avrat meğerse. Ben duymuyorum ama. O an yaşamıyor gibiyim, nasıl duyacam. O gittikten sonra, enseye yediğim bir şaplakla döndüm dünyaya. Kafamı çevirip sinirden kıpkırmızı olmuş taksiciye bakarken, dünyaya döndüğümü anladım. Bi tepki vermeden öylece yürüyüp gittim. Ondan sonra her gün orada bekledim onu. Bazen de yanıma Suat'ı alırdım. Suat bizim mahalleden, yakın arkadaşım. Hatta en yakın arkadaşım, kardeşim. Zaten bi ona anlatırdım. O da usanmadan dinlerdi beni. Canımın içiydi benim o. Kimseye anlatamadıklarımı anlatırdım ona. O da hiçbir kötü söz etmez, kalbimi bile kırmazdı. En sabırlı insanı bile delirtecek kadar çok anlatmaya başlamıştım çünkü. Neyse. Günler böylece geçip gitti. Ben daha dayanamadım. Yine bir gün öyle aynı yerde beklerken gidip konuştum bununla. Çıktım karşısına, dedim ki "ben seni seviyorum" Önce yüzüme baktı böyle bi süre. Sonra gülümsedi. O gülümsedi, ben eridim abi. Elim ayağım boşaldı. Ne yapacağımı bilemedim. Gülümsedi, dedi ki "biliyorum" Öyle içten gülümsemişti ki, ben de ona gülümsedim. Bi süre öylece kaldık. Sonra geçip gitti yanımdan. Hiçbir şey demeden. Demesine de gerek yoktu. Yarın yine burada olacaktım nasıl olsa. Öyle de oldu. Bu kez onu sadece izlemek için orda değildim. Onu bekliyordum. Geldi sonra. Hiç konuşmadık. Ama saatlerce konuşsaydık, bu kadar anlaşamazdık herhalde. Mutluyduk. Çok mutluyduk abi. Günler böyle geçip gitti. Okulun başlama dönemine yakın zamanlardı. Yine sabah çıktım evden, aradım Ahu'yu, cevap yok. Biraz sonra tekrar aradım. Yine cevap yok. Endişelendim artık tabi. Biraz sonra mesaj geldi, annesiyle misafirliğe gitmişler. Tamam dedim, döndüm Suat'a gideyim dedim, hem uzun zamandır konuşmuyoruz onunla da. O kadar yanımda oldu adam, ayıp olmasın hani. Geldim evin önüne, çalıyorum kapıyı ama açan yok. Evde değil herhalde, bi arayayım dedim. Yürüdüm biraz. Aradım, cevap vermedi. Birkaç arayıştan sonra cevapladı telefonu. "Nerdesin lan niye cevap vermiyorsun?" dedim. "Duymamışım" falan bir şeyler gevelemeye başladı bu işte. Tam o an abi, Ahu'nun sesini duydum arkadan. Allah kahretsin. Allah o dakika canımı alsaydı keşke. Kulaklarım sağır olsaydı da o sesi duymasaydım. Benim canımın içi, Ahu'm arkadan "Gel artık, ne yapıyorsun o odada" diye sesleniyordu. Yere düştüm, telefon da elimden kayıp parçalandı. Gözlerim karardı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Aniden kalktım ayağa, koştum tekrar evin önüne. Başladım vurmaya kapıya. Bunlar açana kadar. Sonunda millet başımıza toplanmasın diye açtılar kapıyı. Ben Suat'ı gördüğüm gibi saldırdım. Delirmiş gibiydim. Suat elimde dayak yiye yiye ölecekti. Ahu yanımda bağıra bağıra ağlıyordu. Onun ağlamasına dayanamadım abi. Beni köpek yerine koymuştu resmen. Hayatımın en büyük hayal kırıklığını yaşatmıştı bana. Ama ben, salaktım. Onun ağlamasına dayanamadım. Öldürmedim o şerefsizi. Kalkmaya çalıştım ayağa, kalkamadım. Nefes nefeseyim. Sordum sadece abi, niye böyle yaptığını sordum. Meğer bu orospu çocuğu Suat buna tecavüz etmiş. Ondan sonra her fırsatta bana söylemekle tehdit etmiş. O an elimde silah olsaydı, önce ikisine, sonra kendime sıkardım. O rezilliği bitirmek için. Bir şey diyemedim abi. Kalktım ayağa, döndüm Ahuya. "Seni köpek gibi sevmiştim" diyebildim sadece. Bitap düşmüştüm. Çıktım dışarı, bayılacak gibiyim zaten. Ondan sonra öğrendim zaten evlendirmiş aileleri. Benim güzel Ahu'm, şim..
Murat daha fazla dayanamamış, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. O an ben de gözlerimden akan yaşları farkedebildim. Hiçbir şey diyemedim. Kalktım ayağa, tutup Murat'ın başını öpebildim sadece. Kafamı kafasına yasladım, beraber ağladık...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 01, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ben Deli DeğilimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin