Jason Walker - Everybody Lies
•
Şimdi daha farklı bir giriş yapıp yazmanın soyut duvarlarını zorlayabildiğim kadar zorlayacağım çünkü burada bu şekilde hikayeyi kesip bahsetmemem gerek bazı şeylerden, her zaman belirli kurallar olur. Ama sağlıklı bir giriş yapamayacak kadar dağınık kafam ve yalnızca biraz ilerledikten sonra toplayabilirim bazı şeyleri. Ayrıca eminim, pişman olacağım da bu yapacağımdan ancak devam edeceğim yine de çünkü ucunu nasıl bağlayacağımı biliyorum hiç olmazsa.
Kafamı yasladığım yerden kaldırmaya gücüm olmayacak kadar zihinsel ve bedensel olarak yorgun olsam da geceleri uykuya savaş açmam, şuraya gelip birkaç kelimeyi dağınık bir bütün haline getirmek için tırnağımın ucu kadarlık ölçülerle uğraşmaktan migrenimi kudurtmuş gözlerimi daha da yormam, eve dönmeyi reddedip bölümün atölyelerinde kafam güzelleşene kadar sabahlamaya razı olmam belki de delirmişliğimin bir belirtisi, artık karar veremiyorum. Kendimden geçtim, yaptıklarımı da düşündüklerimi de sorgulamıyorum. Ama burada da gecenin dörde çeyrek kalasında, ölümüne yorgun olup hala direnen birileri var. Kendimle uğraşmaktansa onlar hakkında konuşmayı tercih ederim bu yüzden dönüyorum yeniden işte uzaklaştığım o yola. Onların neden uyumadıklarını anlatmak işime gelir, kendimden de ölümüne kaçasım var çünkü.
Asma katların baktığı boşluğun ortalarında, yarım daire şeklinde dizilmiş koltukların odak noktasında duran şöminenin ateşi birkaç dakika öncesinin aksine oldukça hareketli. Bunun nedeni Ten'in gecenin dörde çeyrek kalasında, bir anda, sırtında çantası, elinde buruşmuş kağıdı, kendi kendine arşınladığı yollarıyla, dört defa kapıyı çalarak "Eve geldim." deyip, bir anda içeri girmesi ve sırılsıklam bir şekilde sönmeye yüz tutmuş şömineye dönük, Taeyong'un birkaç dakika evvel cenin pozisyonu almış bir şekilde yattığı çift kişlik koltuğa oturup, neredeyse ezbere hareketlerle kararmış odunlara baka baka ağırlaşmaya başlaması. Şaşkına dönmüş ve hafif mayışmış beyaz saçlı oğlan da sevdiğinin üşüyor olabileceğini düşünüp hem ona zaman tanımak hem de içerisini ısıtmak için şöminenin alevini harladı işte. Ama ne harlamak, yüreklerindeki yangın büyüyüp çevredeki ormanlara sıçradı sanki.
Ten'in yanına oturup tam da onun baktığı yere dikiyor gözlerini Taeyong sanki onun aklından geçenleri bu şekilde görebilecekmiş gibi. Gerçi bunu kaldırıp kaldıramayacağından emin değil.
Zaman hareketsiz geçiyor, sarkaçlı saat boşluğa dört kez salınıyor.
Saat gece dört.
"Gittim." diyor Ten. Sesi çatallı çıkıyor, hani böyle boğazınızı temizlemek istersiniz ya, öyle işte. Ama uğraşmıyor ses telleriyle. "Ne bulacağımı bilmeden gittim ama sen öyle buradan kararlı kararlı çıktığıma bakma." Akşam saatlerinde Taeyong'u verandada bırakıp giden Ten, o anda hissettiklerini geçiriyor aklından. Bir şeyler bulabilme umuduyla çıkmıştı yalnızca, attığı adımlar hiçbir zaman sağlam değildi.
"Buldum ama sanırım bir şeyler."
Sonra susuyorlar bir süre. Taeyong Ten'i izliyor, Ten devinen ateşi.
"Jaehyun nasıl?" diye soruyor bu kez siyah saçlı oğlan. Amacı konuyu saptırmak değil, sahiden merak ediyor.
"Uyuyor." diyor Taeyong. Bundan sonra gelecek soruyu da tahmin ederek "Hansol ve Lucas da evlerine gittiler." diye de ekliyor. Ten ise başını onaylarcasına sallıyor sadece çünkü o an visteryaların içinde açmasının hissiyatına tutunmaya çalışıyor. Özlediği bir his.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Poupée de Cire •Taeten•
FanficBurada uzanıyorum, yığılmış şekilde, gel ve benim yanıma uzan Gerçek hissettiren bir hatıra olmalı benim yanımda