"İyiki çantanı almayı akıl ettin."
"Ne?"
"Şuradaki marketi görüyor musun? Oranın güvenlik kameraları dün bozuldu. Ve hala da bozuk."
Marketin önüne geldiğimizde sırtımdaki çantayı aldı ve kendi sırtına taktı.
"Sen kasadaki adamı oyalarken, ben arkadan bir şeyler alacağım."
Her ne kadar korkmuş olsam da ona karşı çıkmadım ve dediklerini uyguladım. Ben kasadaki adamı oyalarken, o da markete girdi ve arka tarafa geçti. Bir dakikadan kısa bir sürede işimiz bitti. Tek bir çıt dahi olmadan halletmişti.
"Ne kadar da kolay hallettin."
"İşim bu."
Sokağın sonuna kadar yavaşça yürüdük. Sokağın sonu bir caddeye çıkıyordu ve cadde çok boştu. Karşıya geçtiğimizde önümüzde boyumuz kadar bir duvar çıktı. Namjoon, çantamı duvarın üzerine koydu. Kendisi duvara tırmandı. Sonra bana yardım etti. Duvarın arkası sahile açılıyordu. Namjoon aşağı atladı ve benden çantayı atmamı istedi. Ona çantayı attıktan sonra, ben de atladım.
"Burası, iki gecedir geldiğimiz sahilin tam ortası. Her gün, ve her gece buraya gelirim."
"O zaman, bizim evin orası sonu mu oluyor?"
"Evet. Tam olarak sonu. Bu sahil fazlasıyla büyük. Kimse bizi bulamaz."
Korkmaya devam ediyordu. Duvara yaslanıp oturduğunu fark ettiğimde, yanına oturdum. Çantamdan çıkarttığı bazı şeyleri önümüze koydu. Üç kutu pringles, iki kutu kola ve birkaç paket jelibon vardı. Çantaya baktığımızda, daha çok şey olduğunu görebiliyordum. Çantamdan bir defterimi çıkarttım ve ikimizin arasına açarak koydum. Jelibon paketlerini açtım ve defterin üstüne koydum. Yemeye devam ederken sordum,
"Hani, dün söyledin ya. Erime gibi olan his aşk diye."
"Evet?"
"Sen, ne zamandan beridir hissediyorsun?"
Kısa bir süre sessiz kaldı.
"Beş yıldır."
"Beni o zamandan beri mi tanıyorsun?"
Sessizliğine devam etti.
"Hatırlıyor musun? Yedinci sınıfta sizin sınıfa bir çocuk geldi, ama zorbalık gördüğü için sekizinci sınıfın sonlarında okuldan ayrılmıştı."
"Hatırlıyorum. O çocuğa, her zaman farklı bir sevgi beslemiştim. De; sen nereden bil--"
"O çocuk bendim."
Beklemediğim anda söylemesi, beni şoka uğratmıştı. İstemsizce büyüttüğüm gözlerimi ona yönelttim.
"Ve açılma cesaretini şimdi buldum. Onca yıl sonra. Hah, affet Seokjin."
Ben hala şok içerisinde iken; o bana sakince bakıyordu. Telefonumun çalmasıyla gözlerimi oraya çevirdim.
"Babam arıyor. Ne yapacağım!?"
"Sessize al."
"Ya kızarsa!?"
Telefonumu elimden aldı ve aramayı cevapladı.
"Merhaba, kiminle görüşüyorum?"
"Ben Kim Seokjin'in babası oluyorum. Asıl ben kiminle görüşüyorum?"
"Efendim, oğlunuzun telefonu koridorda yere düşmüştü. Bir zarar gelmemesi için onu almıştım. Ben kendisinin İngilizce öğretmeni oluyorum. Oğlunuz şu anda ders işlemektedir."
"Fakat, ilk ders sınıfta olmadığına dair bir bildirim geldi?"
"Bir hata olmuş olmalı. Lütfen aldırmayınız. Rahatsızlık için özür dileriz."
"Asıl ben özür dilerim. İyi günler."
"Size de efendim."
Namjoon, işi gerçekten iyi kıvırdı. Babamı bu kadar hızlı kandırabileceğini sanmıyordum.
"Usta gibiydin. Babamı kandırmak zordur bakarsan."
"Ben, herkesi kandırabilirim."
"Beni bile mi?"
Güldü.
"Seni kandırmaya kalbim yetmez. Çok safsın."
Ona küçük bir kıkırdama sundum. Kısa bir süre sonra sessizliği bozdu.
"Peki, sen ne zamandan beri öyle hissediyorsun?"
'Nasıl hissediyorum?' diyecekken, demek istediği şeyi anladım ve düşünmeye başladım.
"Sanırım, o günden beri. Hani gelip beni kurtardığın sahne var ya, o sıradan beri."
"Yani, bir bakıma süper kahramanına aşık oldun?"
"Evet, teknik olarak."