Okuldan çıktığım gibi eve doğru ilerledim. Hava bulutluydu, ağaç yaprakları rüzgardan dolayı birbirine çarpıp çıkarttığı hışırtılar, deniz dalgalarının sesiyle birleşiyor; melankoli yüklü atıştıran yağmurla beraber rahatlatıcı bir senfoni oluşturuyordu.
Fakat içimde berbat bir his vardı. Sanki her an her şey yaşanabilirmiş gibi.
Yağmur hızlandıkça adımladım da hızlandı. Ev görüş açıma girdiğinde derin bir nefes aldım ve kendimi tutamayıp eve doğru koştum.
Kapıya vardığımda zili çaldım. Biraz bekledim fakat kapıyı açan olmadı. Çantamdan çıkarttığım anahtarı hızlıca deliğe sokup çevirdim ve içeri girdim. Anahtarı alıp tekrar cebime koydum. O sırada seslendim, "Namjoon?"
Çantamı kapının yanına koydum ve montumu çıkartıp üstüne bıraktım. "Namjoon, evde misin?"
Evde benim sesim ve cama vuran yağmurun sesinden başka bir ses yoktu. Gitgide endişelenirken odalara tek tek baktım. Üst kata çıktığımda kapalı kapıyı görerek ilerledim.
Kapıyı açmaya çalıştığımda kitli olduğunu fark ettim. "Namjoon? Burada mısın?" Yine ses yoktu.
Kapıyı açmaya çalıştım. Karşı odanın anahtarıyla kapıyı açmaya çalıştım fakat anahtar girmiyordu bile.
Omzumla hızlıca kapıya vurdum. Bir-iki kez daha vurduktan sonra kapı açıldı.
Namjoon yerde uzanıyordu, elinde de bir jilet. Çevresini ilaç kutuları sarmıştı. Gözleri yarı açıktı, ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu. Dudakları morarmaya yüz tutmuştu. Bilekleri boydan boya kesilmişti. Henüz odayı kan kokusu sarmamıştı; hepsi daha yeniydi.
Yanına vardığımda kısaca onu inceledim. Gözlerimin dolması vizyonumu bulanıklaştırıyordu. Bana baktığını fark ettiğimde gözyaşlarımı sildim. "Ölmene izin veremem, hayır." Telefonumu cebimden çıkarak numarayı tuşladım ve adresi verdikten sonra ambulansın gelmesini bekledim. Bir yandan da tişörtümü çıkartarak bileğine sardım. Odada bulduğum diğer tişörtle de diğer bileğini sardım.
Ambulans kısa sürede geldiğinde Namjoon'u almalarını izledim. Ambulansta yanına geçerek onlarla beraber hastaneye ilerledim.
Hastanenin içerisine girdiğimizde bir hemşire beni durdurdu. "Beyefendi, daha ileriye gidemezsiniz."
Onu umursamadan hızlı adımlarla yetişmeye çalıştım. Hemşire kolumdan tutarak beni durdurdu. "Efendim, lütfen. Biz sizi haberdar edeceğiz."
Yutkunarak kafamı salladım ve kenardaki banka oturdum. Düzensiz nefesler arasında kendime gelmeye çalışırken başımı duvara yasladım ve gözlerimi kapıdan ayırmadım.