11: that can't be true

5.2K 509 388
                                    

Çiçeklerle dolu terasın camdan yapılmış kış bahçesine girdiğinde tüm iş gününün yorgunluğunu omuzlarında hissediyordu. Temiz havanın verdiği nahoşluk ile gerilen kasları gevşerken vintage tarzı tekli koltuğa oturdu ve arkadaşının konuşmasını bekledi. Kafasında hem sorumluluklarla dolu projeler hem de Taehyung ile yaşadığı gereksiz paradokslar vardı. Aklı artık düzgün düşünme konusunda epey çaba sarf ediyordu.

"Ne içersin?" diye sordu Yoongi, kristal bardağı elinde çevirirken. Karşısında renk renk, çeşit çeşit içkiler bulunuyordu. Jimin yan gözle bir bakış attı ve omuz silkip "Fark etmez," dedi ve ekledi. "kafamı dağıtsam yeter."

"Neler oluyor?" diyerek eşelemeye başladı, kırmızı kokteyli bardağa döken sıska adam. Arkadaşını bu halde görmeye katlanma sınırı git gide aşılıyordu.

"Taehyung'un ne yaptığını anlamıyorum." dedi Jimin, saçlarını karıştırıp eline aldığı bardağı direkt kafasına diktiğinde.

"Benim önümdeyken minik bir kediye dönüşüyor ama inatla karşı koymaya devam ediyor. Üstelik..."

Jimin derin bir nefes aldı ama nefes; adeta bir acizlik içeriyordu. Korkunun naif tohumları, çaresizlik ile birleşip Jimin'in kalbinin derinliklerine ekilmişti.

"Jin ile yattı sanırım...Aish!"

Cam masanın parçalara ayrılmasını sağlayan yumruğu kanlar içinde kalınca Yoongi ayağa fırladı ve "Ne yapıyorsun, Jimin?" diyerek hızla banyoya ilerledi.

Parmaklarının arasına giren cam parçaları kalbindeki sızı kadar acıtamıyordu, canını. Kanın dışarıya yaydığı felâketvari tat, Taehyung'u Jin ile hayal ettiğinden daha iğrenç olamıyordu. Hayatında ilk kez parmak uçları birine böylesine derin dokunmuştu. Neden dokunduğu yerler, ona mayın tarlası sunmuştu? Evet, günahkârdı ve affedilmez hataları çoğunluktaydı ama her sabah doğsun diye beklediği güneşin ona cehennemi yaşatmasını hak etmediğini düşünüyordu.

Yoongi, sargı bezleri ve tentürdiyot ile yanındaki koltuğa oturduğunda dudak altından küfürler ediyor ve beyaz mermerleri kaplamış cam kırıntılarına ve kan lekelerine bakıyordu. Jimin'in yaralı elini alıp temizlerken kaşlarını çattı ve bu sefer lafını esirgemedi.

"Aşıksın, anlıyorum." dedi, turuncu sıvıyı açılmış derinin üzerine dökerken. "Ama bu sen değilsin, Jimin. Nereye kadar rol yapmaya devam edeceksin?"

"Benim olana kadar." diye mırıldandı Jimin, acısını arttıran yakıcı hisse karşın dişlerini sıkarken.

"Ruhen mi bedenen mi?" diye fısıldadı Yoongi, bu cevabı tahmin edebilecek kadar tanıyordu onu.

"İkisi de." dedi Jimin. Sesindeki ciddiyet ve kararlılık bir cıvanın yoğunluğu kadar ağır basıyordu, gözlerinde gitmekte olan gemide.

"Pişman olma, Jiminie." dedi Yoongi, adamın telefonunun çaldığını duyup son olarak sargı bezini sararken.

İşi bittiğinde geri çekildi ve Jeremih çalan zil sesini daha fazla duymak istemediğinden pis pamukları toplayıp banyoya doğru ilerledi. Saniyeler sonra zır zır öten telefon açılmıştı.

"Efendim?" dedi Jimin, gözlerini kapatıp iç çekerken. Onunla konuşmak bile kendisine yaptığı bir işkence gibi geliyordu. Sesini her duyuşunda açık yaraları, dünyanın kapılarını daha sıkı kapatıyordu.

"Bay Park," dedi Taehyung'un aceleci sesi. "elime bir dosya geçti. 213887 numaralı ve size bugün verilmesi gerekiyormuş. Jin'e versem size ulaştırır mı?"

"Hayır," dedi, zaten kardeşinin yüzünü görmeye bile katlanamıyordu. Şakaklarına giren öldürücü ağrıyı yine önemsemezken cümlesini devam ettirdi. "sen getir."

twin :: vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin