3: everybody knows you

7.5K 722 729
                                    

Biraz uzun bir bölüm oldu o yüzden boş vaktinizde okuyun bence ^_^

Ayrıca arkadaşlar, zihninizde nasıl canlanıyor bilmiyorum ama Park Jin ve Park Jimin tek yumurta ikizleri ve birbirlerine tıpatıp benziyorlar, eğer isimden dolayı kafanız karışıyorsa üzgünüm :(

İyi okumalar~

Siyah kravatını beyaz, jilet gibi olan gömleğinin üzerine geçirdi ve çevik hareketlerle bağladı. Üstündeki takım elbisesi her zamanki gibi kendini bir yunan tanrısı gibi gösteriyordu ve nasıl göründüğünü bilmek, Park Jimin'e yeteri kadar ego yükleyebiliyordu. Alnını açıkta bırakarak iki yana ayırdığı siyah saçlarını da son kez düzelttikten sonra pratik bir ıslık çaldı ve büyük odasının kapısı açıldı.

"Bayan Yoanha," dedi ve omzunun arkasından evdeki özel danışmanına baktı. "kahvaltıya katılmayacağımı aile bireylerime bildir lütfen. Acil bir işim çıktı, onu halletmem gerek. Ayrıca greyfut suyumu hazırlayıp günün programının yazılı olduğu tableti de garajdaki çalışana ulaştırın. Beş dakikaya orada olacağım."

"Peki efendim." dedi kırklı yaşlarındaki kadın, eğilirken.

Jimin, duvar saatinin sekize yaklaştığını gördüğünde orta koridordan geçerek çıkış kapısına ulaştı ama çıkmasına engel olan bir ses duydu.

"Jimin," dedi Jin, onu durdururken. "nereye gidiyorsun?"

"Sana ne." diye kestirip attı, Jimin. Kapının önünde beklerken bıkkınlıkla hesap soran ikizine bakıyor ve üstüne atlayıp suratını paçavraya çevirmemek için kendini zor tutuyordu.

Dün, Taehyung ile birlikte odasından çıktıktan sonra ikisini de hiçbir yerde görmemiş ve yeterli bahanesi de olmadığından herhangi bir sebep ile Taehyung'u yanına çağıramamıştı ama karar vermişti, planını yavaş yavaş yürürlüğe sokacaktı.

Park Jimin'in sözlüğünde kaybetmek yoktu.

"Saatinde şirkette ol," dedi Jin ve sabun pembesine dönen saçlarını karıştırdı. "Taehyung ile birlikte sana yeni projemizi anlatacağız."

"Birlikte?" diye sordu, kaşları havaya kalkarken. Damarlarında tetikte bekleyen öfkenin sessiz adımlarını duyabiliyordu.

"Evet," dedi Jin, yarım ağız gülümserken zihninde Taehyung'un yüzünü canlandırıp mest oluyordu. Hayatında görüp görebileceği en inanılmaz adamdı. "dün akşama kadar çalışıp yaratıcı fikirler bulmaya çalıştık. Bu yüzden sorumsuzluk yapma."

"Sen bana emir veremezsin," diye tısladı Jimin. "istediğim zaman gelir, istediğim zaman sizi dinlerim. İşimin ne kadar süreceği belli değil. O yüzden boş konuşma."

Jin yine yapmacık gülümsemesini kullanırken bu hareketlerinin Jimin'i daha çok sinir ettiğini biliyordu ama kardeşinin davranışlarına da katlanmak zorunda değildi.

"Seni bekleyeceğiz." dedi Jin, son noktayı koyup yemek odasına doğru yol alırken.

Jimin yumruklarını sıkarken iç çekti ve garaja inen asansöre binip kendini siyah spor arabasının yanında buldu. İçinden kardeşine söverken aklından binlerce kez aynı kelimeyi geçirip durdu.

Bekleyeceğiz.

"Lanet olsun," diyerek sesli tepki verdiğinde karşısındaki çalışan korkudan titredi ve hafifçe eğildi. Jimin dudak altından küfretmeye devam ederken tableti ve meyve suyunu alıp arabasının sürücü koltuğuna geçti.

Birlikte bekleyeceklerini düşündükçe gaz pedalına daha çok basıyor, direksiyonu saran parmakları sinirden kasılıyordu. Sıkışık trafikte greyfut suyunu bitirmiş, alnını üç kez terlerinden temizlemiş ve milyarlar verdiği parfümü beş kez sıkmıştı. Bileğindeki saate bakıp her şeyin yerinde olduğunu gördü ve radyodan rahatlatıcı bir şarkı açtı.

twin :: vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin