Kendimi bildim bileli intikam hırsıyla yaşadım. Kimseye bir şey kanıtlama ihtiyacı hissetmeden, sadece amacıma odaklandım.
Bana karanlığın kötü olduğu söylendi. Oysa o insanlığı saklayıp beni kucaklayandı.
Bana kan bağıyla gelen koşulsuz sevgiden bahsedildi. Bense gölgemin şeklini çizdiğim duvarın karşısına geçip kendime ne kadar şanslı olduğumu söyledim.
Bana birçok defa, ölmem gerektiği söylendi. İşte buna bir cevabım, hiçbir zaman olamadı.
İnsanların birkaç işten ibaret olduklarına inanıyordum. Yakınma, nefret ve tiksinme gibi duygulardan doğan oyalayıcı işler.
Tüm bu olanlardan yorgun düştüğümde, gözlerimi kapatıp etrafımı sarmış o sisi siyaha boyuyorum. Bir gün bu karanlığa sonsuza dek gömüldüğümde tadacağım huzuru, ebedi boşluğu düşlüyorum. İçimde barınan, gittikçe beni daha çok içine çeken boşluğun aksine; gerçek boşluğu. Bir gün bu aptal dünyada aptal bir şeyin iyi olacağına inanıp, karanlığa küsmemek için her şeyi yapacağım. Her bir hayalimi kendi ellerimle boğup, zihnimi kaplayan mezarlığa özenle gömeceğim. Ve ne zaman oradan çıkmak için çabalarlarsa, öfkemin bekçisi olduğu mezarlığı ateşe vereceğim.
Ama biliyorum. Onların külleri hiçbir zaman havada süzülüp zemine yapışmayacak. İstediğim kadar yakayım, bir şekilde yeniden doğmaya devam edecekler.
Adım Mavi. Görüldüğü üzere, gökyüzünün umut veren mavisine inat umutsuz ve karamsardım. Ve karşımda duran bu adam gibi, kendini şeytan sanan küçük çocuklarla uğraşarak yıllarımı geçiriyordum. Şimdi söyleyin bana, bu insanlarla her günümü geçirmek yerine neden hemen şimdi kendimi öldüremiyordum, içimdeki onca şeyi öldürmeye cesaret edebilmişken?
"Size güvenebilir miyiz, Mavi Hanım?"
Adam bu kelimeleri söylerken, tehditkar gözleriyle beni baskısı altına almaya çalışıyordu. İnce beyaz bıyıkları seyrek bir şekilde dudağına dökülüyor, ara ara dudaklarını yalayarak gülümsemesini daha da çirkinleştiriyordu. Eli havada kaldı, titredi. Tekrar gözlerine bakıp aynı alaycılıkta gülümsedim.
"Evet."
Nemli, rahatsız edici el sıkışması son bulduğunda derin bir nefes alıp gözlerimi çevirdim. Malları fala yüklüyorlardı. Adamın gözleri inatla, üstümde bir üstünlük sağlayabilirmiş gibi dikiliydi. Ondan korkmuyordum. O da bunun hoşuna gitmiyordu. Bu senaryodan çok sıkılmış, günlerimi beyinsiz insanlarla geçirip gidiyordum. Yine de parası fena değildi.
"Abi, mallar tamam." diye bağıran çalışanın sesi bize ulaştığında adamın yüzü hoşnut bir ifadeyle aydınlandı. Biraz arkamızda duran genç adam birkaç adım atıp çantayı bana uzattı. Alıp kontrol etmeden bagaja yerleştirdim. Serkan'ın egosu öyle kabarıktı ki, bu emri bize bir bok becermiş gibi sırıtarak vermişti. "Seninle çalışmak güzeldi Mavi. Serkan Bey'e teşekkürlerimi ilet lütfen."
Sahte kibarlığı ve yüzünde adamın pisliğin teki olduğunu bağıran pis sırıtışı her ne kadar sinirimi bozsa da gülümsedim ve cevap verme gereği duymadan arabama ilerledim. Cebimdeki anahtarı çıkarıp kilidi açtım ve koltuğa yerleştikten sonra aynadan adama kısa bir bakış attım. Fötr şapkasını nazikçe tutup gülümseyerek eğildi. Anlamsız bakışlarla suratına bakıp birkaç saniyemi kaybettikten sonra arabayı çalıştırdım ve oradan uzaklaştım. Çantamdan küçük bir savaşla telefonumu bulup, Serkan'ın numarasını tuşladığımda birkaç saniye içinde telefon açılmıştı ve hiç bekletmeden duymak istediği kelimeleri ona iletmiştim.
"İş tamam."
"Güzel." deyip telefonu kapattığında yeni bir iş çıkarmadığı için gerçekten rahatlamıştım. Telefonu tam yan koltuğa fırlatacakken Asel'den mesaj geldiğini gördüm. Barda oldukları yazıyordu. Bunun üstüne telefonu cebime koyup teslim etme işini erteleyerek arabayı bara doğru sürmeye başladım. Kısa sürede vardığımda bir kaza geçirmediğim için şanslıydım. Günlerdir uyumuyor, Serkan'ı memnun edebilmek için oradan buraya koşturuyordum. Köpek gibi çalışmama rağmen asla tatmin olmuyordu. Hala güvenebileceği biri değildim, aslında bu konuda onu haksız da bulamazdım. Derin bir nefes alıp cep aynasını çıkardım. Berbat gözüküyordum. Çantamı karıştırdığımda zor da olsa aradığımı bulmuştum. Kapatıcıyı alıp göz altlarıma uyguladığımda bir nebze daha normal duruyordum. Soğuktan çatlamış dudaklarıma krem sürüp çantamı koluma taktım ve arabadan çıktım. Bara ilerlerken kapıdaki görevlilerin değiştiğini fark edince kaşlarım çatılsa da üstünde durma gereği duymadan içeri girdim ve bizimkileri aramaya koyuldum. İçeri adım atar atmaz burnuma gelen o boğuk hava, suratıma değip geçen gereksiz parlak ışık ve onlarca beden beni bir anlık fikrimden şüphe ettirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜ NOTAM
Genç KurguGece, bugün her zamankinden çok yoğundu. Sanki bulutlar yeryüzüne inip siyaha bulanmışlardı. Bir yüz, bir çığlık, bir acı hemen orada durmuş, çıkacağı zamanı bekliyordu. Korkuyordum. Duvarlar, dertleşip güldüğüm duvarlar bana sırtını dönmüş, bedenim...