Harry'den...Eski meşe dolabımın içinde iki tane smokinim vardı. Bir tanesini Juliette Binoche'nin filmelerini izlerken, diğerini ise 'En kötü ne olabilir ki?'' dediğinizde aklıma gelen en son şeyde giyecektim. Kısacası ölümde.
Kapatılacak bir sonda, açılacak bir başlangıçta giyilebilecek en iyi kıyafetti benim için. Hayatımın anlamı dediğim kişinin cenazesinde giymek için değildi.
Büyük, antika tabutun içerisinde bedenini sıkıca sarmış, üşümesine izin vermeyecek bir elbise vardı. Her zaman sevdiği inci küpeleri takılmış, saçı yapılmıştı. Zarif ve güzeldi. Anlatılamayacak kadar büyüleyiciydi.
Herkes sırasıyla gelip, dua okuyup ne kadar güzel olduğu hakkında mırıldanıyorlardı. En son giden ben olmuştum. Son kez suratını görecektim. Bal rengi saçlarını, minik burnunu, rengini kaybetmemiş dudaklarını son defa görecektim.
Yanına gittiğimde ise içimdeki kızgınlık artmıştı. Neden o gitmişti? Dünyada o kadar kötü insan varken benim hayatım, nefesim ölmüştü.
Derin bir nefes aldım. Elimin içini yumuşak yanağına bastırdım. Yavaşça okşadım. Gözlerim buğulanmıştı. Yanaklarımdan süzülen birkaç sıcak damla hissetmiştim. Elimi yanağından çektim ve arkamı döndüm.
Giyidiğim 70'lere ait Leisure smokininin paçalarına bakıyordum. Tozlanmış, hatta biraz da buruşmuştu. Klisenin ihtişamlı kapısından çıktım. Hayat devam ediyordu. Londra sokaklarındaki telaş hiç bitmiyordu. Ne kadar çırpınsam da durmayacaktı. Hayat duramazdı.
Ama benim için hayat kavramı bitmişti.
Yağan yağmurun altında yürümeye koyulmuştum. Tek odalı apartmanımın önünde durmuş, anahtarımı deliğe sokmuştum. Sıcak dairemin içine girdim ve elimdeki anahtarı çanağın içine attım.
Uzun holde yürüyerek küçük ama bana yetecek kadar alanı olan odama ilerledim. Vakit kaybetmeden meşe dolabımı açıp, yazmayı bıraktığım günlüğümü elime aldım.
Deri yüzeyi bir toz tabakası kaplamıştı. Metal çengelli kiliti çekmiş, eski kağıtların kokusunu almıştım. İlk sayfadaki mürrekkep lekelerini okumaya başladım.
''Sevgili günlük,
Normalde böyle başlanılmasını kimse sevmez. Klişedir. Fakat ben klişe aşığı bir adamım. Uğultulu Tepeler'i ya da Gurur ve Önyargı okuyan bir adamım.. Klasik ve şık. Ne olacağını bildiğim halde olayların üstüne gittiğim çok olmuştur. Mesela Trushcross Grange yeni kiracısı Lockwood'u görmeye gitmeseydi onun karanlık ve esintili geçmişini öğrenemezdi ya da Catherine ve Heathcliff arasındaki gerilimli aşk sonunda tutkuya dönüşmezdi.
Onlar pes etselerdi eğer bu olaylar olmayacaktı. Klişeler ve buram buram edebiyat kokan satırlar olmayacaktı.
Belki de bu yüzden hayatı yaşama arzusu ile dolup taşmışımdır. Pes etmemem ve ümidimi kaybetmemem gerektiğini biliyorum. Çünkü kaybedersem , Catherine'imi bulamayacağım fakat ben olursa olsun, ben bulacağım."
✨
Gerçekten yazdığım en garip ve saçma bölümdü.
Ne yazdığımı şu an bilmiyorum ama olsun askljaskj