İnsanoğlunu canlı tutan nedir?Yüzyıllardır sefalet ve tutkunun, saflık ve zıtlığın, acının ve sevginin, karışımı, aşktır. Aşk için ölür ve dirilir insan. Ateşi ile yok olup, küllerinden doğan Zümrüt-ü Anka gibidir. Herkes ruh eşini acısına göre bulur. Çünkü ''geçer'' tesellisi o kişi ile aynı derecede acı çekmiş bir insanın kelimesi olmaz hiçbir zaman. Hafif acılar konuşur fakat büyük acılar ise dilsizdir.
Bu yüzden hiçbir zaman sorgulamadım. Bu kısacık zaman içerisinde René'nin hayatıma girişini hiçbir zaman sorgulamadım. Çünkü sorgulamam gereken asıl şey nasıl çıkacağı olacaktı.
Konuşmadık o beyaz pamuklar ile dolu sokakta. Yürüdük. Parmaklarına gevşekçe tutunmuş tütünü, soğuğa meydan okurcasına giydiği gündelik parçaları ve mavi gözleri ile sadece bakıyordu. O ıssız sokak, sanki daha da ıssız olabilecekmişcesine içine kapanmıştı.
'İçiniz kor gibi yanarken susmak acıların en beteridir.'' Dudaklarından süzülen duman soğuk hava ile karışıp, yok olmuştu.
''Garcia Lorca.'' dedim meydan okurcasına. Dudaklarında bir gülümseme oluştu.
''Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.'' Bu sefer gözlerimi ona dikmiştim. René'nin tebessümü uçup yerini buruk bir ifade bırakmıştı.
''Dante Alighieri.'' Tütünü son defa yanmıştı. Gözleri beni bulup, kısa süre baktı. Dudaklarından dökülen sözcükler boş sokakta yankılanacak iken durdu. Derin bir nefes alarak, soluğunu dışarı bıraktı. Elini siyah kumaş parçasının içine yerleştirecek iken, elimle elini kavradım. Bunu yaparken düşünmedim. Düşünmedim çünkü düşünür isem yapamazdım. Milyonlarca davranış ve tepki beynimde dolanıp, gözümün önüne gelecekti. Bu yüzden düşünmedim.
Sıkıca tuttuğum eline baktım. Çıkmayan boya izleri ile dolu olan parmaklarının, parmak aralarım ile düğümlendiği görüntüye sadece birkaç saniye baktım fakat o birkaç saniye, bir insan hayatına değerdi. Bırakmak istemedim. İçimde yanmayı bırakmış alevlerin yerini ufak kıvılcımlar alıyordu. Teninin sıcaklığını ilk defa derinden hissettim. Tek bir dokunuşumuz ile doğan elektriklenme aynı siyah gökyüzünü ortadan ayıran ışık tutamları, toprağa değen suyun ya da bir bebeğin saf tutkular ile annesini bırakamayacağı gibiydi her şey. O an elimdeki baskı daha da artmıştı. Gözlerim yeniden o düğüm ile kesişince onun da sıkıca tuttuğunu anladım. Eklemleri gerildiği derisinin altından parlıyordu.
İhtiyaç ile yanıp tutuşuyorduk. Aşkın acısına aşıktık ikimizde. Kalplerimiz bu yüzden seçmişti birbirlerini. Göstermiyorduk ama içimizde olan duygularımız bizi yavaşça ele geçiriyordu.
''Bugün benimle gel René.'' Gözlerimin içine ilk defa bakması için dua etmiştim. Mavilerinin ne durumda olduğunu görmek, onu yeniden tanımak istemiştim. Ama bakmadı. Sadece yukarıdan yağan beyaz tanelerin arasından çıkmış aya baktı. Yavaşça kafasını salladı ve derin bir nefes aldı.
Sanatın her dalının buluştuğu o sokağa geçip, benim yaşadığım, daha işlek olan caddeye varmıştık. Dikkatlice ona bakıyordum. Davranışlarını sakince ölçüyordum. Yaşadığım apartmana girdim ve kapımı açtım. Avuç içlerim yukarıyı gösterecek şekilde René'ye geçmesi için işaret ettim. Tebessüm eden maskesinin geri takıp, içeriye girmişti. Siyah paltosunu çıkartmış ve portmantoluğa asmıştı. Ellerini uzun pantolonunun ceplerine sokmuş tereddütle birkaç adım atmış, ilk gördüğü odaya göz gezdirmişti. Bir elini cebinden çıkartıp bilmiş bir tavır ile parmağı ile salonu işaret edip beni sorgulamıştı. Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. Botlarından çıkan ses içeriye doğru gittiğinin bir göstergesi idi. Peşinden gitmiştim. Salonda açılmayı bekleyen dolabın kapağını açıp elime iki şişe almıştım. René etrafı incelerken sesim odayı doldurmuştu.