-NATSU-
Ne yani? Zeref miydi Lucy'nin prensi?
Ama bu nasıl olabilirdi ki?
"Zeref ne saçmalıyorsun? Lucy'e ne oldu?"
Zeref pis pis sırıttı. Bu sırada bizimkiler gelmişti. Herkes Zeref'i karşı tarafta görmenin şaşkınlığındaydı.
Mavi yanıma yaklaştı ve bağırmaya başladı. "Zeref ne yapıyorsun? Sen bizimlesin! Benimlesin!"
Zeref güldü. "Böyle bitmesini istemezdim Mavis. Ama bu herkesin iyiliği için. Daha fazla korsanlarla iş birliği yapamayız."
Mavis çıldırmış gibiydi. "Nasıl kralla iş birliği yapabilirsin! Bu çok saçma!"
Zeref sırıtmaya devam ediyordu. "Korsanlar iyi şeyler yapmıyorlar Mavis."
Mavis bir anda kafamı tuttu. "Gözlerinin içine bak ve Natsu'nun kötü bir insan olduğunu söyle! Bunu yapabilir misin?"
Zeref'le bir anda göz göze geldik ama hemen gözlerini kaçırdı.
"Her neyse, bundan sonra tek başınasınız." dedi ve yanında Lisanna, kucağında Lucy ile uzaklaştı.
"O kadar hızlı olma seni piç!" diye bağırdım. Arkasından koşmaya başladım ama biri beni durdurdu.
Yüzüne baktığımda o kişinin Erza olduğunu gördüm.
"Natsu, bekle."
Arkadan askerler gelmeye başlamıştı. Hala Erza'dan onay bekliyordum.
"Burdan çıkmamız lazım. Sonra Lucy'i almak için döneriz."
Erza kafayı yemiş olmalıydı. Lucy'i bir saniyeliğine bile burada bırakmak istemiyordum. Onu korktuğu yerde yalnız başına bırakmak istemiyordum. Benimle olmalıydı.
"Erza siz gidin, ben onu kurtaracağım."
Erza kolumdan tuttu. Hiçbir şey söylemiyordu. Yüzüne baktığımda ağladığını gördüm.
"Natsu.."
"En az senin kadar ben de Lucy'i kurtarmak istiyorum. Hem de her şeyden çok. Ama şuan bunu yapamayız. Askerlerin sayısı çok fazla. Gitmeliyiz. Lütfen. "
Erza doğru söylüyordu. Onu kurtarma olasılığımız askerlerin sayısının artmasıyla düşüyordu.
Askerlere baktım. Sayıları artıyordu. Bizden birkaç kişi dövüşmeye başlamıştı bile.
Herkesin bana baktığı anda işaret verdim ve dakikalar içinde saraydan kaçmayı başardık.
Herkesi gemiye bindirirken Mira, Gerard ve Erza'nın beklediğini gördüm. Gray, Juvia'yı bindirdikten sonra yanıma indi.
"Onlar bizimle gelmeyecek mi?"
"Bilmiyorum Gray. Gidip soralım."
Yanlarına gittik. Mira hala ağlıyor, Erza saraya bakıyor, Gerard ise bizi izliyordu.
"Gelmeyi düşünmüyor musunuz?" diye sordu Gray.
Erza bize döndü.
"Bizim hala o gemide yerimiz var mı?"
Kafamı salladım. "Fairy Tail'den herkese her zaman yer vardır."
Gerard'a döndüm. "Senin yerin hala dolmadı dostum."
Açıkçası hala onların bizimle olmasını istiyordum. Ailemiz böyleydi. Eksik olmamalıydı.
Erza gülümsedi. "En azından Lucy'i bulana kadar beraber hareket etmeliyiz."
Gray'le birbirimize bakıp gülümsedik. Tamamen herkes gemiye bindiğinde saraya dönüp baktım.
Bekle beni Lucy. Seni kurtaracağım.-LUCY-
Burnuma çarpan bu vanilya kokusu. Yatağın yumuşaklığı. Ve sessizlik.
Odamdaydım.
Gözlerimi sanki dünyanın en zor şeyiymiş gibi zorla açtığımda, hiç özlemediğim, hapis olduğum odamda olduğumu anladım.
Ben buradan kaçmaya çalıştıkça, dönüp dolaştığım yer burasıydı. Ve bu sefer kurtuluşum da olmayacaktı.
Yatakta kendimle savaştığım dakikalar sonucunda ayağa kalktım ve banyoya yöneldim.
Aynaya baktım. Sarı saçlarım karışmış, yüzüm kızarmıştı. Sahi, ne kadardır uyuyordum?
Odadan çıkmaya çalıştığımda kapının kilitli olduğunu anladım.
Güzel, tamamen kapana kısılmıştım.
Aklımda sadece Natsu vardı. Acaba kaçabilmiş miydi? Zeref'e gerçekten güveniyorsa, neden Zeref bunu ona yapmıştı?
Gerçekten Natsu'yu görmek istiyordum. En azından son kez.
Başına ne kadar bela açmıştım. Her şeyin suçlusu bendim aslında.
Belki de burada tıkılı kalmam en iyisiydi.
'Sen artık bizim ailemizdensin. Ve eğer aileden birine bulaşırlarsa hepimize bulaşmış olurlar. Seni kimseye vermeyeceğiz. Bunu artık kafana sok. Ayrıca kendini suçlu hissedip de kaçmaya çalışma. Sonuçta Natsu'nun ganimetisin '.
Neden Gray'in söyledikleri şimdi aklıma geliyordu ki?
Doğru ya. Ben ailedendim.
Burası ait olduğum yer değildi.
Buradan gelmiş olmam buraya ait olduğum anlamına gelmezdi.
Kaçmalıydım. Burada kalamazdım. Natsu böyle isterdi. Fairy Tail böyle isterdi.
Kendimi suçlamayacaktım artık. Natsu'ya aittim. İlk öpücüğüme.
Pencereden dışarı baktım. Odam kaçılması en zor yerdeydi. Ama bu bana engel değildi. Natsu'ya gidecektim. Ailemin yanına.
Pencereden sarkarken kilit sesleri geldi. Hemen yatağın üzerine geçtim ve oturdum. Üzerimde yine o rahatsız kıyafetlerden vardı. Bunları giymeyi hiç özlememiştim.
Kapıdan giren Zeref'ti. Neden şaşırmamıştım acaba?
"Günaydın." dedi buz gibi soğuk sesiyle.
"Günaydın Zeref. Ya da çakma prens mi demeliydim?"
Güldü. Gülüşü bile sinirlerimi bozuyordu.
"Çakma prens he? Ben 'kocacığım'ı tercih ederdim. "
"Bunu Natsu'ya nasıl yaparsın? Neden?"
"Natsu'ya bunu ben yapmadım. Natsu'nun zaten haberi vardı."
Dediklerini duyduğum anda kanım çekildi. Ne demek Natsu'nun haberi vardı.
"Yalan söyleme Zeref."
"Yalan söylemeye ihtiyacım var gibi mi duruyor? Mürettebattaki herkesin bundan haberi vardı. Bizim savaştığımızı hiç hatırlıyor musun? Onların tek istediği Juvia'ydı. Onu da alıp gittiler. Biz bize kaldık."
Duyduklarım yalandı. Yalan olmalıydı. Natsu asla böyle bir şey yapmazdı.
"Kimse böyle acımasızca bir şey yapmaz. Biz.. biz bir aileyiz. Ve ailele.."
"Aile mi? Aptal olma." diye sözümü kesti Zeref.
"Sen asla aileden olmadın Lucy. Natsu'nun ganimetiydin sadece. Senin ailen krallık. Buraya aitsin. Natsu seni iyi kandırmışa benziyor."
"Hayır, yalan söylüyorsun. Herkes çok içtendi. Birbirimizin göz yaşlarını gördük. Beraber kahkaha attık."
"Ahhahah Lucy, hiç sevilmediğin o kadar belli ki."
Sözleri artık canımı yakıyordu. Cevap veremedim. Haklıydı.
"Kendi baban bile seni sevmiyor. Asla sevilmedin. Sevgi nedir bilmiyorsun. Bu yüzden seni kandırmak çok kolay. Natsu seni kandırmakta hiç zorluk çekmemiştir."
"Kes sesini. Natsu asla..."
"Natsu'yu ne kadar iyi tanıyabilirsin ki? Ben Natsu'yu yıllardır tanıyorum."
Doğruydu. Natsu'yu tanıdığımı zannetmiştim. Zeref ise o kadar mantıklı konuşuyordu ki.
Ama..
Natsu öyle güzel bakmıştı ki bana.
Öyle önemsemişti ki beni.
Tek istediğim onunla olmaktı. Sevgili olmasakta olurdu. Tek istediğim onunla konuşabilmek, ona güvenebilmekti.
Zeref haklı mıydı? Natsu'ya güvenemiyorsam ona nasıl güvenebilirdim ki?
"Son bir şey sarı. Eğer Natsu seni kurtaracak olsa bunu dün yapardı. Natsu kaçacak biri gibi mi gözüküyor? Bunu, onu tanımadan da söyleyebilirsin."
Son cümleyle anlamıştım. Olmayacaktı. Bir kez daha aynı yerimden vurulmuştum.
"Benimle neden evlenmek istiyorsun Zeref?"
Güldü. "Menfaat için. Sana aşık olduğum falan yok. Dediğim gibi, bu dünyada seni sevecek bir insan yok."
"Biliyorum. Bunu sürekli söylemenin bir anlamı yok."
"Hatırlatıyım dedim. Düğünü en kısa zamanda yapacağız. Bu arada baban seni görmek istiyordu karıcığım." Bunu söyledikten sonra da iğrenç bir şekilde göz kırptı.
"Tamam. Gidebilirsin odamdan."
"Nasıl istersen prenses."
En nefret ettiğim kelimeydi 'prenses'. Ben bu sıfattan kaçtıkça hep karşıma çıkıyordu. Beni ben olduğum için sevmelerini istemiştim. Prenses olduğum için değil.
Zeref odamdan çıktığı gibi odayı içeriden kilitledim.
Banyoya geçtim ve ağlamaya başladım.
Göz yaşlarım yanaklarımı ıslatırken, kalbimin acısı daha da artıyordu.
Natsu'yu düşündüğümde karnımda oluşan kelebekler yarasaya dönüşmüş, beni içten içe kemiriyorlardı.
Canım çok yanıyordu. Zeref'in dediklerinin yalan olması için içten içe dua ediyordum. Her göz yaşımın altında bir dua vardı.
İstemiyordum işte, onun beni sevmemesi düşüncesini reddediyordum.
Sanırım çok şey istemiştim. Onu istemiştim. O korsanın bana aşık olmasını istemiştim. Çünkü ben bir prens yerine korsana aşık olmuştum.
Ayağa kalktım ve ağlamaktan kızarmış yüzümü tenime dokunduğunda ürperdiğim buz gibi soğuk suyla yıkadım. Güçlü kalmam gerekiyordu. Belki de beni bu dünyada seven tek kişi olan annem için.
Kendime az da olsa gelince odadan çıktım ve babamın yanına yürümeye başladım.
Her attığım adımın ardından arkama bakmadan kaçasım geliyordu. Ama gidecek bir yerim de yoktu.
Odasının kapısının önüne geldiğimde kapının önündeki iki asker bana baktı. Çocukluğumdan beri bu iki asker değişmemişti.
"Geri dönmenize çok sevindik prenses. Size zarar verdiler mi?"
Zarar mı? Kalbim paramparçaydı. Uyuşmuş gibiydim. Ne konuşacak ne ağlayacak halim vardı.
"Hayır." dedim titreyen sesimle. Dokunsalar ağlayacak durumdaydım.
Kapıyı açtılar ve içeri girdim.
Hiçbir şey değişmemişti. Babam masada oturuyor, suratıma bakmıyordu. Her zamanki ilgili babam.
Masanın önüne doğru ilerledim. Konuşursam ağlayacaktım. Bu yüzden onun konuşmasını bekledim.
Masanın üzerindeki kağıtları incelemeyi bıraktığında gözlüklerini gözünden çıkardı.
"Lucy. Nerelerdeydin sen? Hangi cehennemdeydin?"
Yutkundum.
"Natsu'ylaydım."
"Demek Natsu'ylaydın. Kendi rızanla mı? O seni kaçırmadı mı? Sen mi kaçtın?"
"Kaçmadım baba."
"Şimdi mi aklına geldi baban olduğum? Prens olmasaydı başımıza daha neler gelecekti kim bilir!"
"Prense güveniyor musun?"
"Güvenmek mi? Lucy aptal olma. Ben kimseye güvenmem. Sadece ülkemi düşünmem gerekiyor. Onu işbirliği için seninle evlendiriyorum."
"Ben bir piyonum yani."
"İster piyon de ister başka bir şey. Bu evlilik zorunlu."
"Ben onu sevmiyorum."
"Kimi seviyorsun, Natsu'yu mu? Onunla mı evlenmek istiyorsun?"
Gözlerimden akan yaşlar durmamıştı yine. Yüzümü kara çıkarmışlardı. Babamın yüzüne bile bakamıyordum. Evet, Natsu'yu seviyordum. Onunla evlenmek bile istiyordum. Ama o beni kandırdı baba. O da tıpkı senin gibi sevmedi beni..
"Hayır. Alakası yok."
Babam yine kağıtlara döndü.
"İyi o halde. Yarın düğünün var. Hazırlıkları çoktan başlattım. Yine bir aptallık yapma."
Onun lafını bölmek istedim. İtiraz edip çıkıp gitmek istedim. Ama isteklerim, her zamanki gibi imkansız şeylerdi.
Akan gözyaşlarımı elimin tersiyle silip babamın çalışma odasından çıktım.
Buradan çıkıp gitmek için nelerimi vermezdim ki.
Ama gidemezdim. Bu yüzden odama döndüm. Yarın düğünüm vardı.
Odamda oturup öylece durdum. Natsu'yla geçirdiğim anlar gözümün önünden gitmiyordu.
Ne güzel numara yapmıştı öyle. Ne güzel kandırmıştı beni.
Odamda okumadığım kitap bulup kafamı dağıtmaya çalıştım. Ama okuduğum kitaptaki karakter bile bana Natsu'yu hatırlatıyordu. Üzerimden çıkarılan kıyafetlere baktım. Natsu almıştı bunları. Benim için.
Elbiselerin altından bana aldığı telefonu buldum. Hizmetçiler saklamış olmalılardı.
Telefonun şarjı azdı. Ama Natsu'yu arayabilmem için yeterli bir şarjdı.
Arayıp ne diyecektim ki? Beni güzel kandırdın, tebrikler mi? Hem açacak mıydı ki?
Telefonu incelediğimde cevapsız aramaları gördüm. Yarım saat önce Levy aramıştı.
Acaba Levy'nin bunlardan haberi var mıydı? Onun da sevgisi ve ilgisi yalan mıydı?
Levy'i aradım. Ama ulaşılmıyordu. Natsu'yu aramak istemiyordum. Ben de Gray'i aradım.
Üçüncü çalışta açtı.
-Alo, Lucy? Beni nasıl arayabildin?
+Sıkıntı o değil. Juvia iyi mi? Merak ediyordum.
-Evet çok iyi. Ama daha uyanmadı. Uyandığında seni soracağına yemin edebilirim.
Gözlerim dolmuştu. Juvia. Benim yüzümden ne acılar çekmişti.
+Anladım. Neyse, kapatıyorum ben.
-Lucy dursana. Zeref'le konuştun mu? Neden yapmış bunu?
+Aptalı oynama Gray. Natsu istediğini aldı. Daha konuşmaya gerek yok. Yarın düğünüm var. Kafamı bunlarla yormayacağım.
-Lucy sen ne saçmalıyorsun! Hepimiz seni kurtarmak için fırsat kolluyoruz.
Gray cümlesini bitirdiğinde arkadan Natsu'nun sesi geldi.
Sesini duymak bile içimi ısıtmıştı. Şimdiden aptal gibi çok özlemiştim onu.
-Lucy mi? Luce! Seni kurtaracağız tamam mı!
Cümlesini tamamladığında gülmüştü. Gülüşü gözümün önüne gelmişti. Ne güzel gülüyordu.
+Natsu uzatmana gerek yok artık. Zeref her şeyi anlattı. Yarın da evleniyormuşuz.
-Ne diyorsun Lucy, ne evlenmesi neyi anlattı? Bak yalanlarla o güzel kafanı doldurmasın.
+Natsu, lütfen..
Bir anda Zeref odaya girdi. Telefon kulağımda donakalmıştım. Zeref yanıma geldi ve elimden bir hışımla telefonu aldı.
+Natsu, Lucy artık her şeyi biliyor. Artık bu yalanı sürdürmenin pek anlamı yok. Görüşürüz, kardeşim.
Her şey bir anda olmuştu. Zeref telefonu kapattı ve cebine attı.
"O telefon bana ait." dedim.
Zeref bana küçümser gibi baktı. "Ben de el koyuyorum. İçindeki her şeyi temizleyip sana yeni bir numara aldığımda geri alabilirsin."
Ondan gerçekten çok nefret ediyordum.
"Hadi yemeğe inelim. Acıkmış olmalısın."
Onunla yiyeceğim kraliyet sofrasındansa Natsularla yiyeceğim bir parça ekmeği tercih ederdim. Hala deli gibi istenmediğim yere geri dönmek istiyordum.
"Aç değilim."
"Aç olup olmadığını sormadım, yemeğe ineceğimizi söyledim."
Bu sırada yine telefonum çaldı.
"Alo, efendim Mavis. Hayır. Görüşürüz."
Telefonu kapattı ve tekrar cebine koydu.
Deli gibi merak ediyordum Mavis'in ne söylediğini. Ama sorucak durumda değildim. Üstümü başımı düzeltip yemeğe indim.-MIRAJANE-
Natsu, Lucy'nin telefonunu 57.kez aradığında ulaşılmıyor denmişti. Lucy'nin şarjı bitmişti.
Zeref ona ne anlatmıştı, ne yalanlar söylemişti bilmiyordum ama Lucy'nin aklı gerçekten karışmış olmalıydı. Mavis, Zeref'le konuştuğundan beri ağlıyordu. Onun yanına gittim.
"Hey, biraz konuşmak ister misin?"
Mavis kızarmış gözleriyle kafasını salladı. Onu çöktüğü yerden kaldırdım ve yalnız olabileceğimiz bir yere getirdim.
"Anlat bakalım."
Mavis bir kaç dakika sadece burnunu çekti. Anlatması için toparlanmasını bekliyordum.
"Ze-Zeref'le ben evlenecektik."
Duyduklarım beni şok etmişti. Bu yüzü kadar kalbi de güzel kız, Zeref'e aşıktı.
"Nasıl ama sen Zeref'in prens olduğunu bilmiyor muydun?"
"Hayır! Onun arkadaşlarıma zarar vermesine izin vermezdim. Biz Natsular bizi ziyaret ettiğinde onlara söyleyecektik ama Lucy'i gördükten sonra bu fikrinden vazgeçti. Kimse ortalıkta yokken korsanların olduğu bir dünyada huzur olmayacağını söylüyordu. Ama Natsu ve Gray korsandı ve ben onlarla çok yakındım. Ki Zeref de öyleydi. Bunu neden yaptı bilmiyorum. Ondan nefret ediyorum!"
"Edemezsin Mavis. İnsan aşık olduğu kişiden nefret edemez."
"Ondan nefret etmeliyim. Natsu ne kadar üzgün görmüyor musun? Lucy o kadar iyi bir kıza benziyordu ki!"
"Lucy gerçekten çok iyi bir kız. Sevilmeyi o kadar hak ediyor ki."
"Ben onu ilk görüşte sevmiştim, Natsu'ya karşı bir şeyler hissettiği o kadar belliydi ki. Zeref bunu nasıl yapabildi? Ondan nefret ediyorum! Biz evlenecektik. Bana aşık olduğunu söylemişti. Ama onun aşkı bir zehir."
Mavis'in titreyen vücuduna sarıldım. Onu çok iyi anlıyordum.
Bense yıllar önce gördüğüm sarışın bir çocuğa tutulmuştum. Onu sadece bir kez görmeme rağmen aklımdan hiç çıkmamıştı. O gün bugündür hiç etrafıma bakmaz olmuştum.
"Mavis, her şey yoluna girecek."
"Umarım öyle olur Mirajane. Lucy'nin üzülmesini istemiyorum."
"Bu arada seninle iki kişi daha gelmişti. Onlar kim? Daha tanışma fırsatım olmadı."
"Makarov, Fairy Tail başkanıydı. Ve Laxus, onun torunu."
"Demek öyle. Umarım en yakın zamanda hep beraber bir şeyler yapabiliriz."
"Mira, gülüşün çok güzel. Bana moral veriyor."
Gülümsedim. İnsanlardan bunu duymak hoşuma gidiyordu. Her olayın altında bir umut yatıyordu. Ve ben bunu göstermek istiyordum.
Erza yanımıza geldi. Mavis'in yanına oturdu ve ufacık gözüken krallığa baktı.
"Demek prens, sizin arkadaşınızdı."
Mavis'in titremesi geçmişti. Burnunu çekti ve kafasını salladı.
"Üzgünüm, ama ona acımayacağım."
"Lütfen, onu bana bırak Erza. "
Erza, Mavis'e baktı. Onu kıramayacağını biliyordu. Gülümseyerek onayladı. Tekrar gözleri krallığa kilitlendi.
"Yarın kıyamet kopacak. Natsu küplere bindi."
"Zeref hak ediyor."
Güldüm. "Sanırım Lucy için. Onu gerçekten seviyor olmalı."
Erza içten bir şekilde gülümsedi. "Bu çok garip bir his."
Elimi, Erza'nın omzuna koydum. "Öyle olmalı."
Ve benim de gözlerim krallığa gitti. Yarın çok büyük bir savaş bizi bekliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pirate and princess//Nalu
FanfictionBabasının baskısından kurtulmaya çalıştı sarışın kız. Ölmeyi istedi. Zaten yaşıyor denemezdi. Gözünü hırs bürüdü sakura saçlı çocuğun. Öldürmeyi istedi. Zaten yapmadığı şey değildi. Karşısına çıkan korsanı önceden olsa gözünü kırpmadan öldürmeye çal...