"Onlar nerede?" Sesim kısık çıkmıştı. Sorunun cevabını duymak istediğimden emin değildim, cevabın beni hayal kırıklığına uğratacağına emindim. Açanay bir süre sessiz kaldı, bu sessizlik içimi kemirmeye başlarken Açanay’ın dudakları aralandı. Kendimi her türlü cevaba hazırlarken Enis ile göz göze geldik, cesaretlendirici bir bakış atarken elime uzandı. Teşekkür edercesine elini sıkıp Açanay’a döndüm.
“Hayatta değiller.” Dedi neredeyse fısıltı sayılabilecek bir ses tonuyla. Açıkçası hiçbir şey hissetmemiştim, ne bir üzüntü ne bir kırgınlık nede bir acı. “Bak onlar mükemmel değildiler ama seni seviyorlardı.” Dediğinde alaycı bir şekilde gülümsedim. “Yorganımın altında ağladığım günleri unutamıyorum, her gün, her gece senin yüzünden kavga ediyorlardı. Yokluğunun varlığıyla savaşıyordum, beni görmezden geliyorlardı, söz konusu hep sendin Arya. Geçen yıl bir trafik kazasında kaybettim onları, kimsem kalmamıştı bende seni bulmaya karar verdim.” Sözünü bitirirken yanağından bir yaş süzüldü ama buna aldırmadan bana bakmaya devam etti. Benden ne bekliyordu? Ona sıcak bir kucaklama vermemi mi? Yoksa birlikte ailemizin mezarına gidip yas mı tutmamızı mı? Hayır, onlar benim ailem değildiler, onlar Açanay’ın ailesiydi. İtiraf ediyorum içimde Açanay’a karşı tarifi zor bir duygu oluşmuştu ama bu ona “Canım kardeşim” diyerek sarılmamı sağlayacak kadar güçlü bir şey değildi, Arda’dan daha değerli olamayacağı kesindi. Açanay bir şey dememi beklediğini belirten bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Yerimde huzursuzca kıpırdandıktan sonra nihayet konuşma cesaretini kendimde buldum.
“Bu söylediklerin benim için pek bir şey ifade etmiyor Açanay, benden ne istiyorsun bilmiyorum ama korkarım ki isteğini gerçekleştiremeyeceğim.” Dedikten sonra Enis’e döndüm “Kalkalım mı?” diye sordum. Anlayışla başını sallayıp elini elimden ayırmadan toplanmaya başladı.
“Senden sadece bir şans istiyorum… Birlikte vakit geçirmek için.” Dediğinde Açanay’a baktım. İki gün önce nefret ettiğim kızın kardeşim olduğunu öğrenmem garipti, ona karşı bir sempatimin oluşması daha da garipti.
“Düşüneceğim.” Dedikten sonra oturduğum yerden kalktım ve Enis’in elini bırakmadan yürümeye başladım.
“Biraz acımasız davrandın sanki.” Dediğinde Enis’e baktım, ona hala biraz kızgındım. . Kafenin çıkışına geldiğimizde elime arabanın anahtarını tutuşturduktan sonra “Sen git ben hesabı ödeyip geliyorum.” Dedi. Başımı sallayıp arabaya doğru ilerledim. Gerçekten acımasız mı davranmıştım? Arabanın kilidini açıp ön koltuğa yerleştim ve kapıyı üzerime kapadım. İç çekip arkama yaslanırken söylediklerimi düşünmeye başladım. Ah size buraya nasıl geldiğimizi anlatmadım. Düğün gecesi yani dün Enis benimle konuşma amacıyla evime gelmişti ama bu gerçekleşememişti, ertesi sabah uyandığımda Enis alışılmadık biçimde saçlarımla oynuyordu, aslında beni uyandıranda bu olmuştu.
“Ne yapıyorsun?” dedim gözümü zorlukla açarak. Yüzündeki gülümse yayılırken saçlarımla oynamaya devam etti. Parmağı saçlarımın üzerinden yanağıma doğru süzülürken onu izledim. Eğilerek yumuşak dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı ve aniden elini yanağımdan çekti. Bu hareketine bozulmama rağmen çaktırmamaya çalıştım. “Kahvaltı vakti, kurt gibi açım.” Diyip yataktan çıktı, çocuğun kuralları vardı resmen. Madde 1: En fazla iki dakika romantik ol. Kapının önünde durup bana döndü ve “Gelmiyor musun?” dedi.
“Geliyorum.” Dedim bıkkınlıkla, yatakta kalıp onunla vakit geçirmeyi tercih ederdim ama hayır, beyefendi kurt gibi açtı. Yataktan nihayet çıktıktan sonra sabah olan yüz yıkamak gibi rutin işlerimi hallettim, nihayet odadan çıkarken telefonumu yanıma aldım. Mutfağa ilerlerken evdeki sessizlik daha doğrusu Derin’in evde olmayışı ilgilimi çekti, telefondan Derin’i tuşlayıp telefonu kulağıma götürdüm. Enis’in masanın üzerine acemice koymuş olduğu kahvaltılıkları bakıp gülümsedim ve bir tane zeytini ağzıma attım. Derin nihayet telefonu açtığında “Neredesin?” diye sordum. Enis bana aldırış etmeden yumurta çırpmaya devam ediyordu, sessizce “Sucuk var mı?” diye sorduğunda başımı yukarı aşağı salladım. Derin telefonun diğer ucunda cevap verdi “Baran ile kahvaltıdayız.” Dediğinde sinsice gülümsedim. “Tamam, size afiyet olsun öptüm.” Diyip telefonu kapadım. Telefonumu masanın üzerine bırakıp Enis’e sokuldum. “Yiyişmenin zamanı değil burada bir şey yapıyorum.” Dedi gülümseyerek.
“Evet, sucuklu yumurta yapıyorsun, çok önemli bir şey.” Dedim onu umursamadan beline sarılarak.
“Tadını beğenmezsen beni suçlayacaksın ama.” Dedi elindekini bırakıp bana sarılırken. “İyi, tamam.” Diyip aniden ondan ayrıldım, yatakta beni öyle bırakmak neymiş görsün. Kızacağını düşünmüştüm ama o aksine gülümsüyordu, kendi tuzağıma düşmüştüm. Somurtarak yerime yerleştim ve ağzıma birkaç şey attım. Eline havluyu alıp tavayı masaya koydu. “Yumulun!” dedi neşeyle. Çatalımı sucuğa batırıp ağzıma attım Enis ise tüm açlığıyla yumurtaya saldırıyordu. Onu ne kadar özlediğimi yine kendime hatırlattım. Çok rahat bir uyku çekmiştim, o kâbustan sonra en azından. Geceyi düşününce Enis’in benimle konuşacağı şey aklıma geldi. Lokmamı yuttuktan sonra boğazımı temizledim “Dün gece söyleyeceğin şey neydi?” dediğimde yüzü kasıldı. Yavaşça ağzındakini yutarken bana bakmamaya özen gösterdi. “Bilmen gereken bir şey var… Açanay ile ilgili.” Dediğinde elimdeki çatalı bıraktım, gerilmiştim. Ne söyleyecekti? Birlikte olduklarını mı? Ah bunu kaldıramazdım işte. Benimle dalga mı geçiyordu bu?
“Ne konuda?” dedim ona bakmaya devam ederken “Bana dün gecenin ve şuanın hata olduğunu, birlikte olduğunuzu mu söyleyeceksin Enis?” dedim yutkunup. Yüzü buruşurken cevap verdi “Bana karşı bu kadar güvensiz olduğunu bilmiyordum neyse bu tartışma ertelenebilir. Konu Açanay ve senin aranda, ben söylemek istemiyorum ama o sana söylerken yanında olacağım.” Dedi kırık bir sesle.
“Neler oluyor Enis? Endişeleniyorum.” Dediğimde gözlerime yumuşakça baktı. “Kahvaltını yap, hazırlan çıkalım, Açanay bizi bekliyor.” Dedi. ‘Kahvaltını yap, Açanay bizi bekliyor’ bunlardan sonra çok iştah kalmıştı sanki.
“Doydum ben, ellerine sağlık.” Diyip Enis’e bakmadan odama gittim.
Camdan, kafenin kapısını gözlüyordum, nihayet Enis’i gördüğümde derin bir nefes aldım. Demek Açanay ve Enis’i bu kadar yan yana görme sebebim buymuş. Enis hızlı adımlarla arabaya gelirken bakışlarımı ondan önüme çevirdim. Kapının açılma sesini duyduğumda ona baktım, koltuğuna oturup kapıyı kapadığında bana döndü “İyi misin?” diye sordu. Başımı yukarı aşağıya sallayınca zorlamadan önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Uzun süre arabanın motorundan çıkan ses dışında başka ses olmadı.
“Gerçekten acımasız mıydım?” diye sordum dışarı bakarken. Bakışlarını kısa süreliğini üzerimde hissettim fakat çok sürmeden önüne döndü. “Kız çok umutluydu Arya, şans vermelisin. Arda gibi olsun demiyorum ama o senin öz kardeşin.” Dediğinde sinirlendim. Arda ve Açanay’ı karşılaştırmak aptalca, Açanay asla Arda gibi olmayacaktı benim için.
Kalan yol boyunca sessiz kaldım, evin önüne geldiğimde kemerimi açtım. “Seninle gelmemi ister misin?” diye sordu Enis.
“Biraz düşünmek istiyorum.” Dediğimde anlayışla başını sallayıp uzanarak alnıma ıslak bir öpücük kondurdu. Her ne kadar onunla vakit geçirmek istesem de bu konu ciddi bir konuydu, yalnız kalmalıydım.
Eve girip kendimi tekli koltuğa attım. Ebeveynlerime olan kızgınlığımda Açanay’ın payı yoktu, ona haksızlık yapmamalıydım. Nerde kalıyordu? Kimsesi yoksa nasıl yaşıyordu bu kız? İster istemez koruma içgüdüm kendini öne çıkarmıştı. Düşüncelerden sıyrılıp ensemdeki teri sildim. Elimi telefonuma götürüp Enis’i aradım. Çok geçmeden telefonu açtı, “Efendim?” dediğinde birkaç saniye sessiz kaldım. “Ben düşündümde…” derin bir nefes aldım “her ne olursa olsun ben onun ablasıyım ve sanırım bir şans vermeyi ona borçluyum.” Dedim.
“İşte benim Aryam.”
Gecikme ve bölümün kısalığı için özür dilerim, sınavıma çalışmak için elimi çabuk tuttum. Sonraki bölümü bu kadar geciktirmemeye çalışacağım, sabrınız için teşekkür ediyorum. Sizi seviyoruum :))
