Acı

1K 64 5
                                    

"Dışarı çıkıp kafamı dinlemek en iyisi olacak" diye kendi kendime söylenirken mağaza dükkanlarına bakmak bana iyi geliyor. Kendimi özgür hissediyorum. Hiç bilmediğim bir ülkeye sadece onu unutabilmek için gelmiş olmanın acısını yaşamayan anlayamaz. İtalya'ya gelmek beni biraz olsun rahatlatıyor çünkü burayı gerçekten çok seviyorum.
Her şey güzel gidiyor derken telefonum yine titremeye başladı (lanet olsun hiç çalmayan telefon bugün susmadı!) kim olduğuna bakmadan hızlıca telefonu açtım ve
"Efendim?"
"Rosanna, sana bir şey söylemem gerek!"
"Ah, Kate. Ne söyleyeceksin? Justin'i terkettiğimi söyleyeceksen söyleme zaten bunu biliyorum."
Tam telefonu kapatacakken Kate'in sözleri olduğum yerde durmama sebep oldu.
"Justin'in sıradaki konseri İtalyadaymış!"
Boğazım düğümlendi, Justin'in fotoğraflarını görmeye dayanamazken bu çok ağır gelmişti.
"N-ne diyorsun sen Kate?"
"Tur listesinde gördüm, yarın İtalya'da konseri var, bugün orada olacakmış"
Hiçbir şey demeden telefonu kapattım, saatime baktım ve saatin sabah 8'i gösterdiğini görünce derin bir nefes aldım.
Hayır bunu kaldıramazdım, hızlı adımlarla tuttuğum eve doğru ilerlemeye başladım. Kısa bir zaman sonra eve geldim ve kapıyı sertçe kapattım. Gerçekten bu kadar yolu bu kadar kısa sürede nasıl geldim hiçbir fikrim yok.
Odama doğru ilerledim. Olayın şokunu atlatamıyordum.
Justin benim nerde olduğumu bilmiyordu, çok aramıştı ama saklanmıştım. Beni görürse neler olacağını düşünemiyorum bile.
Çantamı yere atıp yatağıma uzandım.
İçimden geçirdiklerime kendim bile inanmak istemiyordum.
"Buraya gelmesi demek, aynı havayı solumamız demek. Sokakta onu görebilmem demek. Her şeyi yeni yeni atlatmışken, hayır hayır bu olamaz. Justin buradan gidene kadar evden dışarıya adımımı atmayacağım!"
Gözlerimi açtığımda uyuyakalmış olduğumu fark ettim ve elime hemen telefonumu aldım.
Justin'in İtalyaya geldiğini neredeyse her sayfa paylaşmış ve resimlerini koymuşlardı. Resimleri incelerken, onun ne kadar güzel bir kalbi olduğunu düşündüm hep. Gerçi bunu her zaman düşünüyorum da neyse.
Fotoğraflardan Justin'in suratını okşarken kendime geldim ve;
"Rosanna! Hayır kızım ne yapıyorsun sen! Onu unutmak yerine böyle takip ederek daha çok hatırlıyorsun! Pekala, onu unutabilmemin tek yolu o yokmuş gibi davranmak olacak. Sanki onu hiçbir zaman tanımamışım gibi. Kendini böyle eve kitleyerek hiçbir şey başaramazsın, o yokmuş gibi davranmalısın."

Gerçekten markete gitmem gerekiyordu çünkü evde her şey bitmişti ve açlıktan ölmek üzereydim.
Üstümde ne olduğuna bile dikkat etmeden dışarıya attım kendimi, ilk önce bir fırına girip ordan kendime güzel bir sandviç aldım ve bir yandan onu ısırıp bir yandan da yürüyordum. Markete az kalmıştı gerçekten. Markete kendimi attım ve alışverişimi yaptım. Harika. Kendimi öyle oyalamıştım ki sanki demin kendini eve kilitleyen ben değildim.
Poşetlerin hepsini aldım ve hala bitiremediğim sandviçimi yemeye devam ettim. Yolda yürürken etrafı seyretmek çok hoşuma gidiyor, gerçekten. Kulaklıklarımı takmış, hoplaya zıplaya eve gidiyordum. Gerçekten psikolojim bozulmuş benim! Öyle unutmuşum ki herşeyi, ilerde olan kalabalığı yeni farketmiştim. Kulağımdan kulaklıkları çıkartıp, kalabalığa doğru meraklı gözlerle yaklaştım. İnsanların arasından bakarken onu gördüm.
Justin! Evet, Justin.
Her zamanki sevecenliğiyle insanlara sevgi dolu yaklaşıp onlarla sohbet ediyordu.
Resmen kilitlenmişim ki, oradan gitmeye çalışırken birisine çarpıp duruyordum, onun da beni sarsmasıyla kendime geldim.
"Hey, sorun ne?"
Hiçbir şey diyemiyordum, kim olduğuna bile bakmadan, oradan koşarak uzaklaşmak istiyordum sadece. Kafamı kaldırdığımda esmer, yeşil gözlü, dalgalı, uzun sayılabilecek saçları olan birisi olduğunu fark ettim. Ona cevap vermeden koşarak oradan uzaklaştım.
Kendimi bir ara sokağa attım.
Elimdeki poşetleri yere bırakıp duvar kenarına oturdum, nefes alış verişlerimi kontrol edemiyordum.
Justin'i gördüm.
Gerçekten inanamıyorum, gözyaşlarım akarken duvardan güç alarak kendimi kaldırdım. Poşetleri almak için eğilirken arkamdan omzuma dokunan bir elle irkildim.
"Justin!" Diye çığlık atarak arkamı döndüğümde demin çarptığım çocuk olduğunu gördüm.
Tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde vererek poşetleri almaya yeltendim ama bu sefer o beni bileğimden tuttu ve
"Merhaba, ben Damon, korkuttuysam özür dilerim. Ama hiç iyi görünmüyordun ben de sana yardımcı olmak istedim. Poşetlerini taşıyabilir miyim?"
O an gerçekten poşetleri düşüncek halim yoktu, o olmasaydı bütük ihtimalle poşetleri orada bırakıp koşarak eve gidecektim.
Sessizce kafamı salladım ve poşetlerin arasından akan burnumu silmek için peçete arıyordum, ve bilin bakalım kim benden önce davrandı.
"Damon, yanımda olmak istiyorsan sadece poşetleri taşıman yeterli!"
Damon kafasını sallayıp poşetleri yüklendi ve arkamdan sessizce yürümeye başladı. Ben ise önden burnumu sile sile ağlaya ağlaya giderken ona söyleniyordum.
"Daha hızlı yürüme tuşun yok mu senin!"

Evin önüne geldiğimizde çantamda on saat anahtarı aramamın sonunda buldum ve kapıyı açtım.
Damon poşetleri bırakmış gidiyorken ona haksızlık yaptığımı düşündüm ve
"Bu kadar taşıdın, sana kahve yapayım mı?"
Damon sevindiğini belli etmemeye çalışıyordu ama belli ediyordu.
"Hayır demem" diyip içeriye daldı.
Kafamı sallayıp ben de içeriye girdim ve kendimi koltuğa attım.
Sadece düşünüyordum. O anı düşünüyordum.
Justinin suratı gözümün önünden gitmiyordu.
Bir sesle irkildim
"Hani kahve yapacaktın?"
"Kusura bakma unutmuşum" diyip yerimden kalkmaya yeltenirken kalkmama izin vermedi ve
"Justin'in hayranısın sanırım" dedi.
Yarım ağız gülerek cevap verdim.
"Hayır, Justin ne alaka onun adını ağzına alma."
Damon şaşkın gözlerle bana bakarken fazla bağırdığımı anladım ve
"Hayranı falan değilim."
"Evet bence de değilsin, çünkü onu görünce canavar görmüşe döndün."
"Bu seni hiç ilgilendirmez..."
"Damon. Adım Damon."
"Memnun oldum. Benim de Rosanna. Neden benimle buraya kadar geldin, neden evimdesin ve ben neden seni evime aldım hiçbir fikrim yok. Kim olduğun da inan zerre umrumda değil. Gider misin. Yalnız kalmak istiyorum." Diyip ayağa kaltım ve gözlerimle kapıya doğru kesintisiz baktım.
Damon yerinden kalktı ve kapıya doğru yaklaştı.
"Poşetlerimi taşıdığın için teşekkürler Damon."
Kapıyı öyle sert kapattım ki ben bile sesinden irkildim.
Kapıyı kapatır kapatmaz gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Kendimi zor tutmuştum.
Onu çok özlemiştim. Yine harikaydı. Kusursuzdu. Uzun bir süreden sonra bu kadar yakındık. O beni görmedi ama böylesi daha iyi beni unutması lazımdı.

PATIENCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin