SÖZSÜZ BESTE《 25 》

129 23 5
                                    

- İyim.

Diyerek beni saran kollarından kurtuldum ve üzerinden kalktım. Ayağa kalktığım da gördüğüm manzara karşısında ağzım açık kalmıştı. Ateş'in uzandığı alandan itibaren zemin de çatlaklar oluşmuştu. Zemin içe doğru göçmüş gibiydi. Şaşkınlık içinde bakışlarımı Ateş'e yönelttim.

- Ben iyim de, asıl sen iyi misin?

Kalkmasına yardımcı olmak için elimi uzattım. Elimi tutmasına tuttu fakat kalkamadı. Çok denedi kalkmayı fakat kaburgalarında oluşan ağrılar nedeniyle kalkamadı. Alev Hoca ve diğerleri hemen yanımıza geldiler. Durum kötü görünüyordu. Alev Hoca durumunu gözlemledikten sonra gözlerini kapatarak bir şeyler yapmaya başladı. Ne yaptığını anlayamamıştım. Çok kısa bir süre sonra da Savaş Hoca bulunduğumuz alana gelmişti.

- Ne oldu Alev? Neyi var Ateş'in? (Savaş)

- Sanırım kaburgalarında çatlaklar ve kırıklar oluştu. (Alev)

- Beni çağırmakla iyi etmişsin. Ama önce iyice bir muayene etmeliyim. İzninizle. (Savaş)

Savaş'ın konuştuklarından anladığım kadarıyla Alev, az önce Savaş'a bize yolladığı sinyaller gibi sinyaller yollayarak Ateş'in durumundan bahsetmişti. Ve bunun üzerine Savaş soluğu yanımız da almıştı. Savaş muayene ederken Ateş acı çekiyor gibiydi. Bakamıyordum. O acı içinde kıvrandıkça gözlerimden yaşlar akıyordu. Benim yüzümden olmuştu. Benim ağladığımı gören Alev Hoca, yanıma gelip beni teselli etmek istedi.

- Üzülme Su, bizler vampiriz. Öyle kolay kolay incinmeyiz. Merak etme, bu da geçici bir durum. Üstelik bu dersin anlatmak istediği de buydu. Eğer incitmek istemiyorsan daha da dikkatli olmalısın. Hadi artık ağlama. (Alev)

- Güvendi. Bugün bana güvendi, hem de fazlasıyla. Öyle ki, güvendiği dağlara yağan karı bile kollarını açarak kucakladı.

Diyerek daha da ağladım. Daha fazla bakamayacağım için koşarak oradan uzaklaştım. Binaya girdiğim de merdivenlerin üzerine oturdum ve kafamı dizlerimin üzerine koyup ağlamaya devam ettim. Bir süre sonra bir elin saçlarımı okşamasıyla kafamı yavaşça elin sahibine doğru kaldırdım. Ayaklarından yüzüne kadar geçen süreçte kim olduğunu anlayamamıştım elbette. Yüzünü gördüğüm anda oturduğum yerden kalkıp elini elimin tersiyle ittim.

- Ne o afacan, yine neden ağlıyorsun? Ah ama doğru, sen hep ağlıyorsun. (Barut)

- Sen fazla olmaya başladın artık! Seni bir daha bu kadar yakınım da görmek istemiyorum! Yoksa-

- Yoksa ne? Öldürür müsün beni? Ah, çok korktum. (Barut)

- Çekil şuradan.

Dedim ve iterek onu kendimden uzaklaştırdım. Gitmek için adımımı atmıştım ki arkadan kolumu tutup tek hamlede beni kendine döndürdü ve çekti.

- Öldürmeden nereye gidiyorsun? Sonra tehditlerinin hatırı kalır.

- Bırak kolumu!

- Bıraksam mı ki? Ya da daha mı sıkı tutmalıyım? Mesela böyle..

- Ah! Canımı acıtıyorsun!

- İşte şimdi oldu. Çünkü şuan ki gözyaşlarının adresi doğru.

- Ne saçmalıyorsun be?!

- Gözyaşların diyorum senin canın yandığı için akıyor, bir başkasının canı yandığı için değil.

Bu söylediği şey ona olan nefretimi ve sinirimi daha da arttırmıştı. Haddini aşmıştı. Acıyan canımı umursamadan kıvranmayı ve ağlamayı kesip gözlerinin içine içine dik dik baktım. Yavaş yavaş acımı hissetmemeye başlamıştım. Üstelik kolumu tuttuğu elinde aşırı bir soğukluk hissettim. Gözlerini eline çevirdiğin de ben de bakışlarımı oraya yönelttim. Eli buz gibi olmuştu. Gücünü kullanarak buzu eritmeye çalışıyordu fakat ısısı yeterli değildi. Sanırım ona bunu yapan bendim.

AŞKLARIN EFENDİSİ #Wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin