14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜

4.9K 456 305
                                    

"Yıkılmasına üzülmüyorum, zaten çöküşteydi, üzüntüm kendini yeniden inşa etmesinden, üzüntüm güçsüzlüğümden, üzüntüm dünyaya gelmiş olmaktan, üzüntüm güneş ışığından."



Asfalt yolun akışına kapılıp giden, cinayet aracının içindeydim. Gözümde tüm arabaların imajı buydu artık. 'Katil.' Hayatımın en güzel melodisini çalan azılı suçlulardı hepsi. Sevmeye kıyamadığım can parçamı benden acımasızca alıp götürmüşlerdi.

Suçluydular, geride kalanın ne çekeceğini düşünmeden hareket ettikleri için. Cansız varlık olmaları umurumda değildi. Asıl suç onu süren şoförde olsa da polis kayıtlarında öyle gözükmemesi de umurumda değildi. Hayatta sayılmazdım ki ben. Nefes alıyor oluşum, onun ciğerlerinde kalmadığı gerçeğini değiştirmiyordu. Hala gözlerimden yaş süzülürken onun soğuk bedeninde kilitli kalan gözyaşları vardı. Nasıl da güzel uyuyordu onu son gördüğümde, sanki yaptığı şeyden pişmanlık duymuyormuşçasına huzur doluydu. Küçük, sorunlu kızını bırakmış olması umurunda mıydı ki?

Hayatımı değiştiren o yıkımın, bedenine son kez sarılıp dehşet veren soğukluğun ardından iki gün geçmişti. Başımı yasladığım soğuk camdan süzülen yağmur damlaları gözlerimden yanaklarımı yakarak çeneme savrulan yaşlarla aynı hızda aşağı iniyordu. O gün başlayıp bugüne değin yasıma ortak olan gökyüzü, kararttığı bakışlarıyla omzumu sıvazlıyordu. Geçmeyeceğini, kim ne derse desin acımın her zaman taze kalacağını fısıldıyordu kulağıma. Daha çok ağladım. Kucağımda bulunan kahverengi çerçeveli, gün ışığı gülümseyişiyle baktığı güzeller güzeli fotoğrafına daha da sıkı sarılıp göğsüme bastırdım. Ön koltukta oturan babam ve amcam sesimi duymasın diye kendimi sıkışlarım boğazımın orta yerine kurulan yumruyla daha da zorlaştı. Dışıma akıttığım haricinde içimden sızan yaşlarla boğuluyordum sanki. Nefes almak göğüslerime yüklenen en zor görevdi.

Kaloriferi açık olan arabanın içerisinde tir tir titriyor, etrafımda olup biteni duyumsamıyordum. Tek düşündüğüm, bunların hepsinin karanlık bir kabus olduğuydu. İnanmak istediğim, kendimi en mutlu bulduğum tek yol buydu. Uyanacaktım. Er ya da geç, uyanıp kötü kabusu ardımda bırakarak alt kata inecek ve okula geç kaldığım için sandviç hazırlayan anneme sıkıca sarılacaktım. Her sabah suladığı çiçeklerden bulaşan o eşsiz karma kokusunu dolu dolu ciğerlerime çekip yumuşak yanaklarına buseler konduracaktım. Bana bu sevginin birden nereden geldiğini sorarken bir taraftan da kıkırdayacaktı annelere özgü o güzel sesiyle. Tekrar benim annem olacaktı. Her zaman yanımda olduğunu bildiğim, her düştüğümde azarlarken bir taraftan da yaşlarla dolu gözlerini saklayarak beni yerden kaldıran, tartışmalarımıza rağmen sonunda haklı olsa bile gönlümü alan, bir prense sahip olmasam bile beni hep prenses olarak gören, aptalca şeyler için üzüldüğümü görse de asla yadırgamayan biricik annem olacaktı.

Hayır, daha fazlasına ihtiyacım yoktu. Tek dileğim varlığıydı.

Kapım yavaşça açılıp babamın beklenti dolu yüzüyle karşılaşana kadar yolculuğumuzun bittiğinin farkında değildim. İki gün içerisinde on yaş yaşlanmış gözüken babam, sırf yanındayım diye içindeki o heybetli kederi saklıyordu. Fark etmediğimi sansa da farkındaydım. On beş yıllık eşiydi annem onun, ömürlerinin en güzel yıllarını birlikte geçirmişlerdi. İçindeki yıkım da benimki gibiydi ama ona özgüydü, benimki nasıl bana özgü ve çetinse, onunki de öyleydi.

"Vedalaşma zamanı Jinnie."

Aklıma aniden düşen 'Suzy' lakabıyla istemsizce kasılırken rengin çekildiğine emin olduğum yüzümü gizleme gereği duymadan kafamı salladım. Babamın bana uzattığı elini tutup, diğer elimle yanımdan ayırmadığım çerçeveyi tutarak arabadan indiğimde yağmur dinmiş, ortalığı hüzün ve yaprak kokusu sarmıştı.

cherry blossom | pjm Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin