sixteen

3K 188 130
                                    

''Sevdiğini söylüyor.'' dedim başımı Noora'nın omzuna yaslarken. Düşünceler, beynimi kemiriyordu ve aklımı kaybetmekten korkar duruma gelmiştim artık. Yakın bir zamanda düşünürken delirip kendini öldüren ilk insan olacaktım yani, kendimden beklediğim performans buydu. Kalbimin bağları çözülmüştü. Ne yapacağımı bilemez halde oradan oraya savrulup duruyordum. 

Beni sevdiğini söylüyordu.

Ama onun sevgisi beni korkutuyordu.

Hemde çok.

O Penetrator Chris'ti. Partilerin bir numaralı ismi, kızların iki kere dönüp baktığı, üçüncü bakışlarında yanında bittikleri o çocuktu. Şu popüler olanlardan. Ben ise normal düzeyde bir lise öğrencisiydim işte. Alt tarafı, Eva. Şu ana kadar benden hoşlanan sadece bir kişiyi tanıyordum. O da Jonas'tı, eski en yakın arkadaşımdı. Genelde kimsenin ilgisini çekmeyi başaramazdım bir türlü. Bunu istemiyordum da zaten. Sadece onu izlerdim ben, o kadar. Bu da bana bir ömür yeterdi sanırım.

Söyledikleri çok güzeldi, daha önce böyle kelimeleri kullanmamıştı kimse benim için ama o bana fazlaydı anlaşılacağı üzere. Hiçbir zaman hak ettiğimin fazlasını isteyen biri olmamıştım. Ve ben onu kesinlikle hak etmiyordum. O çok güzeldi. Kusurları bile içime ince ince işliyordu. Benim gibi öylesine bir kıza fazlaydı Chris. Onun ilgisini üzerime toplamasını gerektirecek hiçbir özelliğim yoktu. Kızlar aksini söylese de bu böyleydi. Gerçekler tartışmaya kapalıydı. Bu kendini aşağı görmek değildi, sevdiğini yüceltmekti belki de. Yine de ona sarılmak istiyordum işte, kokusunu içime çekmek. Başkasıyla paylaşmamak, bir kere olsun kollarında uykuya dalmak.

Bir yanım daha vardı, bu hissettiklerime karşı çıkan. Ona hâlâ çok kızgındı. Yaptığının ne kadar aşağılıkça bir şey olduğunu savunuyordu. Buna rağmen hatasını telafi etmek için uğraştığını görmemek büyük bir aptallık olurdu. Daha dün gece evde tek başıma oturup televizyon kanallarında tek tek gezinirken zilin çaldığını duymuş ve resmen sürünerek o yöne gitmiş, kapıyı zorlukla açmıştım. Kimse yoktu, küçük çocukların aptal bir oyun oynadığını düşünüp kapıyı kapatacağım sırada yerde gördüğüm güller neredeyse şaşkınlıktan küçük dilimi yutmama neden oluyordu.

İçinde küçük, kalbimi yerinden oynatan bir not vardı.

Çiçekleri bedeninde güzelleştiren kıza...

Christoffer.

''Ne yapacağım ben?'' dedim önümdeki bardakta duran sıcacık kahvenin boğazımdan aşağı inmesine izin verirken. Hava buz gibiydi ve ben hasta olmak üzereydim. Bu halsizlik, ruh halimle ilgili dengesiz durumun da bir etkisi olabilirdi tabii. ''Yaklaşık bir yıldır gözünü her açtığında aklına ilk önce onun ismi gelen, bütün gün yüzünü izleyip, başka biriyle birlikte görünce kalbinin sıkıştığı kişi o, Eva. Bence bir şans ver.'' dedi Christina. ''Ayrıca o çocukla isimlerimiz aynı. Bunu seviyorum.'' Sana telefonuyla oynarken başını salladı. ''Noora bir Penetrator'u dize getirdi. Sen neden bunu denemiyorsun ki?'' Vilde ise ona katıldığını belirtti. ''Sonuçta hangimiz onu böyle gördük daha önce? Ben hatırlamıyorum.''

''Ama böyle gördük. Bunu hatırlamayan yoktur sanırım.'' Noora çenesiyle artık evimiz gibi olan kafenin kapısını işaret etti. Hepimizin gözleri oraya döndü. Elini tutmuş eski kız arkadaşı ve Christoffer'ı içeri girerken gören gözlerimi hızla açıp kapadım. Yapabildiğim tek şey burukça gülümsemekti o an için. Canımı acıtıyordu, yakıyordu, yıkıyordu. Ben de seviyordum işte. Tıpkı bir aptal gibi.

Sevdiğini söyleyen insan böyle mi yapardı?

Bir iki gün sonrasında başkasıyla takılmaya başlayarak mı oluyordu artık bu işler?

jente blomster; [chris + eva]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin