twenty one

2.6K 165 31
                                    

Yarım yıl öncesi, okulun açılmasından uzun zaman sonra.

''Eva, hey?'' diyerek kolumu dürten Vilde sayesinde gözlerimi ileride Emma adındaki sevgilisiyle oldukça içli dışlı gözüken Chris'ten almayı başardım bir şekilde. Uzun zamandır farkında olmadan onu izlerken buluyordum kendimi. Bu, garipti. Belki de o, bir erkekte olması gereken özelliklerden çok daha fazlasına sahip olduğundandı, içimde birikip beni boğan duygu bu lanet duygu karmaşası. ''Neden gözlerin Penetrator çadırında?'' Başımı öne eğerek omuz silktim. Ardından geçerli bir bahane bulmak için çabaladım ama bu sadece bir çırpınıştan ibaretti. Bu konularda pek iyi sayılmazdım gerçekler ele alınırsa. ''Gözüm dalmış.''

Christina havanın soğukluğuna rağmen, nereden bulduğunu bilmediğim dondurmayı kaşıkladı. Birkaç saniyeliğine gözlerime bakıp, kaşığı belirli bir süre boyunca ağzında tuttuktan sonra, ''Gözlerinin günlerdir özellikle oralara takılmasının özel bir sebebi var mı?'' diye sordu olabildiğince sakin bir ifadeyle. Noora da konu ilgisini çekmiş gibi derin bir nefes alarak, benim yüzümü incelemeye başlamıştı. Bir şeyler anlamak ister gibi gözüküyordu. Penetrator çocuklarından, en popülerinin, William Magnusson'ın ondan hoşlandığını biliyordum, bunu bana oldukça detaylı bir şekilde anlatmıştı. Ve o da her ne kadar inkar etse de onunla yakından ilgilenen bu çocuğa karşı boş değildi. Sadece Noora'nın Vilde'ya çocuksu yanından dolayı olan zaafı ve kısa bir zaman önce kalbinin aynı Penetrator tarafından kırılmış olması işleri biraz zorlaştırıyordu.

Aslında Magnusson William'ı severdim. Noora'ya değer verdiğini bilmek bana kendimi iyi hissettirirdi. Ama paralel bir evrende kardeş bile olsak anlaşamazdık muhtemelen. Çünkü kendisi soğuk bir insandı, bunu onu tanıyan herkes bilirdi. Ve en yakın arkadaşımın bahsettiği kadarıyla düşünce tarzlarımız da pek fazla uyuşmuyordu. Yine her türlü insana saygım vardı.

''Hayır,'' dedim milattan öncesinden kalma soruya ancak cevap verebildiğimde. Düşüncelerimin yoğunluğu bazen sosyal hayatımı da etkiliyordu, öylece bir noktaya kilitlenerek etrafımdakileri unutuyordum arada. ''Bir sebebi yok. Öyle bir şey de yok. Sadece dalgınım bu aralar.'' Sana sıcak kahvemi önüme koyduğunda gamzelerini bize göstererek güldü. ''Erkek kardeşimin yeni gelen arkadaşıyla tanıştım. İsmi Yousef; gerçekten inanılmaz biri.''

''Yoksa Kız Timi aşık mı oluyordu? Şok haberler, birazdan sizinle.'' Vilde önemli bir gelişmenin haberini veren spiker edasıyla konuştuğunda gülmeden edemedim. ''Biz de Eva'nın, Penetrator Chris'e olan delici bakışlarını konuşuyorduk.'' dedi Christina gözlerini büyüterek. Kafasındaki şapkayı yüzüne doğru çektiğimde elimi ittirerek küçük bir kahkaha bastı. Bazen sinir bozucu olabiliyorlardı belki ama gerçekten bir insanın ihtiyacı olan yegane kişilerdi onlar. Ağladığım zaman benimle birlikte ağlayabilecek dostluklar kazanmıştım. Oysa, hiç arkadaşım olmayacağını düşünmüştüm liseye ilk başladığım gün. En yakın arkadaşım Ingrid, Jonas'ı sevdiğinden dolayı onun benden hoşlandığını öğrendiği an, diğer bir en yakın arkadaşım Sara ile birlikte olup hakkımda resmen bir karalama kampanyası başlatmışlardı.

Ve emindim ki; arkadaşlık böyle bir şey değildi.

''Merhaba, kızlar.'' diye bir ses duyduğumda, bu sesi dönemin başında aklıma kazıdığımı hatırladım. Bir denizkızına benzeyen saçlarımın dağınıklığı, üstüme kat kat giydiğim kıyafetler ve muhtemelen hatırlamayacağı yüzümle birlikte o tarafa doğru döndüm. ''Sadece William, partiye gelip gelmeyeceğinizi merak ediyor. Bende bir sormak istedim.'' dedi rahat bir tavırla omzundaki çantasını düzeltirken. Gözlerimiz birkaç saniyeliğine çarpıştığında, heyecandan elim ayağıma dolaşmış bir şekilde ellerimi dizlerime sürttüm ve Noora'ya baktım. ''Kendisi buraya gelme zahmetinde bulunmuyor anlaşılan.'' dedi sırtını Vilde'ya yaslayarak. Gözlerini kısmıştı, tersleyeceği belliydi. ''Henüz bunun için bir karar vermediğimizi söylersin artık zahmet olmazsa. Gerçi onun uşaklığını yapıyor olduğun için sorun etmeyeceğini düşünüyorum ama benimki de nezaket tabii.'' Chris tahmin ettiğimin tam aksinde bir tepki vererek güldü. Seviyesiz. Oysa ben sert bir şekilde çıkışmasını bekliyordum, yani bana kalırsa herkes buna ters bir tepki verirdi. Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırmıştım ve her an ortaya çıkabilecek bir tartışmaya karşı hazırlıklıydım bu yüzden.

''Arkadaşım benden hoşlandığı kızın partiye gelip gelmeyeceğini sormamı istedi. Bende ona yardım ediyorum ki; zamanı gelince karşılığını görebileyim. Yani aslında buna uşaklık değil, çıkar ilişkisi diyoruz. Anlatabildim mi?'' Noora sinirle gözlerini devirdi. Bende cevap vermeyeceğini anlayıp ciğerlerimdeki havayı dudaklarımın arasından serbest bıraktım. Bu sanki sıkılmışım da iç çekiyormuşum gibi bir ifadem olmasını sağlamıştı. ''Pekala.'' diye mırıldandı. ''Yanında bu sevimli, güzel kızı da getirmeyi unutma Noora.'' Çenesiyle beni işaret etti ve arkadaşlarına gitmeleri için küçük bir işaret çaktı. Resmen yürüyüşleri bile ilgi çekiciydi. Ağır çekim bir film sahnesini canlandırıyor gibiydik onlar havalı bir çıkış yapacakları zaman.

Ama beyin hücrelerim, ''Sevimli, güzel kız.'' sıfatına takılıp kalmıştı. Yanaklarımın kızardığına neredeyse emindim. Ama bu, herkese karşı oluşan bir durum değildi. Ve işte, bu sebeple olanları gerçekten garipsiyor, şaşkınlıkla karşılıyordum. ''Tanrım, biliyordum işte.'' dedi Christina, Vilde'yla yumruklarını birbirine hafifçe değdirip geri çekerlerken.

Christoffer Schistad, muhtemelen hatırlamıyordu bile ama ona aşık olacağımı yanaklarımın kızarmasından anlamıştım ben. Çünkü, biliyordum. Bir şekilde hissediyordum. O benim hayatımı değiştirecek kişiydi.

Ona karşı ilk ne zaman sempati duymaya başladığımı da hatırlıyordum. Bu olay yaşanmadan birkaç ay öncesi... Küçük, kısa bir hikayeydi bu. Canım o gün o kadar sıkkındı ki, kendimi sokaklara atmış oradan oraya gezinip duruyor, yeni yerler keşfediyordum. Ebeveynlerim ayrılmalarına rağmen, her gün özel olarak kavga ediyorlardı. Annem, babamın beni görmesine karşı çıkıyordu çünkü onun ve yeni sevgilisinin benim psikolojime zarar vereceğini düşünüyordu. Bu öne attığı aptalca bir bahaneydi aslında. Oradaki yaşamı beğenip, babama taşınmak istememden korkuyordu. Terk edilmekten, başkasına tercih edilmekten, yalnız kalmaktan... Ama yapmazdım, yapamazdım bunu. Bilmeliydi, daha ötesinde hissetmeliydi. O benim için olabileceğinden çok daha fazlasıydı, değerliydi, annem için gözümü kırpmadan canımı verebilirdim. Ben bu düşünceler arasında kaybolup gitmişken duyduğum kedi sesleri ile birlikte oldukça büyük görünen evin bahçesine doğru yöneldim.

Ne akla hizmet bunu yapmıştım, bilmiyordum...

Sonra onu görmüştüm bir anda. Bir tesadüfün ruhuma işlenişinin hikayesi de böylece başlamıştı işte. Etrafında onlarca kedi yavrusu vardı. Arada arkasına bakarak onları besliyor, su veriyor ve sevgi ihtiyaçlarını büyük bir cömertlikle gideriyordu. Yüzündeki o gülümseme, o ana kadar gördüğüm hiçbir gülümsemesine benzemiyordu.

Gerçekti, doğaldı, olduğu gibiydi. Diğerlerinin yanında olmak zorunda olduğu gibi kaba, umursamaz ve cüretkâr değildi. Sadece, Christoffer'dı o an için ve bu, dünyaya bedeldi sanırım benim hislerimde.

Sonra gülümseyerek oradan uzaklaşmıştım.

Beni fark edip, yüzündeki o herkesten sakladığı katranı cennet kokan gülüşünden vazgeçsin istememiştim. Beni fark etmesi iyi olmazdı. Belki bazıları için küçük, aptalca bir şeydi bu. Benim gibi kimi yoldan geçen, ''Ne iyi insanmış!'' derdi sadece, o da belki. Ama ben, onun içindeki ışığı görmüştüm o gün.

O ışığı ruhumun yuvası yapmak istemiştim. Ortaya çıkarmak.

O ışığın beni kör edeceğini bilmeden istemiştim bunu.

Bilmediğim bir şey daha; onun kurtarılmaya ihtiyacı yoktu, yerle bir etmeyi severdi o. 

Bir insanı sevdiği zaman da öyle severdi işte, bir harabeye çevirerek.

Parçalaya parçalaya.

jente blomster; [chris + eva]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin