Cennet dediğinizde aklınıza gelen her şeyin beyaz olması belki de insanlar tarafından yapılmış en büyük tespitti. En azından meleklerin takıldığı alanda başka bir renk göremezdiniz.
Sadece masum özler kendilerine ayrılmış alanlarında kişisel cennetlerine sahip olurlardı. Her öz istediği hayatına kavuşur, sanki bir saat boyunca oturuyormuş gibi gelen bir sürede yıllarca zaman geçirirdi. Bunun ne tür bir cennet olduğunu bilmiyordum. Bana daha çok tek bir anın içinde tıkılıp kalmışlar gibi gelirdi.
Ama yine de mutlulardı. Ve gördüğüm hayatlara baktığımda mutluluklarına engel olan çoğu şeyin zamanın ilerlemesi nedeniyle ortaya çıktığını görmüştüm. Bu konuda cennetin düzenine hak verdiğim söylenebilirdi. Hak ettikleri mutlulukları bir şekilde yaşamalarını sağlıyordu ne de olsa.
"Bu sefer batırmamaya çalış."
Hoseok'un imalı sesi beni daldığım manzaradan olduğum ana geri çekmişti.
Ne manzara ama.
Başımla onayladım ve iç çektim. "Başına ne tür bir bela açtığımı biliyorum, hyung. Üzgünüm."
Gözlerini devirdi. "Hayır değilsin." dedi alayla.
Dudaklarımı çizgi haline getirdim ve omuz silkerek güldüm. "Evet, değilim galiba."
Başını yana eğdi ve beni düşünceli bakışlarıyla süzdü.
"Hiçbir zaman büyümeyecekmişsin, asilikten vazgeçmeyecekmişsin gibi geliyor Kookie. Biliyorsun, bu sefer gerçekten sıçtın. Seni ne derece kurtarabilirim bilmiyorum. Başmelekler olanları duyduğunda gözleriyle kanatlarımı kesecekler zannettim."
Cennetin neşe kaynağını bu hale getirdiğime inanamıyordum.
Daha çok küçükken bizi eğitecek daha büyük melekleri görevlendirirlerdi ve bir nevi usta/çırak gibi geçinirdik. Büyük olan küçüğe kendi öğrendiklerini aktarır ve bu da nesillerce böyle devam ederdi.
Fakat Hoseok hyung ve ben, birbirimizin ailesiydik.
Meleklerin biyolojik ailesi hiçbir zaman bilinmezdi. Cennetin sessiz kurallarından biriydi. Bizler cennete hizmet etmek için vardık ve böyle bağları bilmemiz bizi sadece bölerdi.
En azından başmelekler bunu söylüyordu.
"Haydi gidelim." dedim Hoseok'un sırtına vurup yanından geçerken. "Muhtemelen son görevim olacağı için en azından onurumla bitirmeliyim. Bu kadarına sahibim."
"Hey." dedi ve omzumdan tutarak beni durdurdu.
"O cehennem meleğine bulaşma."
Bakışlarındaki bir şey beni kadar rahatsız etmişti ki gözümü kapatınca zihnimde beliren kanatlara engel olamıyordum.
Taehyung.
Üzerinde ne vardı?
Uzun boyluydu, neredeyse aynı boydaydık.
Saçları karışıktı ve kaşlarına erişecek kadar uzundu.
Üzerinde yine koyu renk kıyafetler olduğunu hatırlıyordum ama kanatları o kadar dikkat dağıtıcıydı ki kıyafetlerine dikkat etmek aklıma gelmemişti. Aklımda tamamen canlanamıyordu sanki. Zifiri karanlık kanatlardan ve zihnimi delip geçen bakışlardan ibaretti.
"Bulaşma dediğim anda düşüncelere daldın ve onu düşünüyorsun." dedi Hoseok umutsuzca. Bu melekten etkilenmiştim, evet; ama bu çekimin sadece merak olduğuna neredeyse emindim. Onun bir istisna olması kusursuz olarak dayatılan bu düzende beni çeken şey olmuştu. Kendime bir şeyleri kanıtlamak istiyordum sanki.