Jungkook
Büyük bir ızdırap içindeydim.
Eğer bir insan özü olsaydım bunu cehennem olarak adlandırmam yerinde bir benzetme olacaktı. Çok fazla acı çekiyordum. Sonsuz bir karanlıkta hissettiğim tek şeyin acı olduğu uzun bir zaman parçasında hapsolmuştum.
Sonra kadife yumuşaklığında boğuk bir ses duydum. "..Jungkook." Tek duyduğum buydu, ancak acının yanında beliren umut içimde gittikçe artan paniği biraz olsun dindirmişti. Biliyordum ki yanımdaydı, ben anlayamasam da bir şekilde yanımdaydı ve beni bırakmayacaktı.
Zihnimin içindeki boş koridorda adını haykırmak istesem de yapamıyordum. Taehyung. Kurtar beni.
Güzel yüzlü meleğe dua ederken ne kadar zaman geçtiğini anlayamıyordum bile. Fakat bir süre sonra...
Göğsüme saplanan acıyla gayri ihtiyari kesilen nefesim ve başka bir soluk için çaresizce çırpınışım beni başka bir gerçekliğe, olmam gereken yere getirdi.
Gözlerimi açtım.
Karanlık geceye yakılan birkaç ateşin vurduğu cennetten kopma yüzler anlamlandıramadığım bir ifadeyle bana bakıyordu. Sırtım bir ağaca yaslanmıştı ve oturur pozisyona getirilmiştim. Tam karşımda duran Samuel beni en çok şaşırtanları olmuştu. Bir başmelek neden tam karşımda duruyordu? Solunda duran Hoseok hyung yüzünde minnettar bir gülümsemeyle bana bakıyordu ve gözlerine biriken yaşları görebiliyordum. Yanında beliren Jimin ve Yoongi ise şaşkınlıkla gözlerimi açmama sebep olmuştu. Burada ne işleri vardı? Nasıl gelmişlerdi? Yanlarında bir başmelek vardı... Kafamın içi soru işaretleriyle dolmuştu bile.
Başımı diğer yana çevirdiğimde dizlerinin üstünde, kolları iki yana düşmüş ve bana dünyanın en kırılgan şeyine bakıyormuş gibi bakan Taehyung vardı. Gözlerimiz birleştiği anda vücudumu saran panikle yaşadığımız her şey zihnime hücum etmişti.
Keskiler... Zehirli ok... Taehyung'un beni kurtarmak için daha dik tutmakta zorlandığı kanatlarla uçması...
"Sizi kavuşturmadan önce yapmam gereken bir şey var." Samuel konuşmuştu. Cümlesi biter bitmez göğsüme uzandı ve orada olduğunu bilmediğim oku göğsümden tek seferde çekip çıkardı. Acıyla inlediğimde henüz ne olduğunu anlamamıştım bile.
"Ona tekrar ok saplamak zorunda mıydın?!" diye gürledi Taehyung. Fazla hiddetliydi ve bunun sebebinin göremediğim bir şey olduğunu seziyordum. Bir elim zonklayan göğsüme gitti ve yüzümü buruşturdum.
"Bulunmasını istemediğin bir panzehiri sen nereye saklarsın bilmiyorum ama ben oyumu zehri getiren silahtan yana kullandım, küçüğüm." Her kelimesini vurgulayarak konuşan Samuel'in zekası sorgulandığı için hiddetlendiğini biliyordum.
"Teşekkürler, Samuel." dedim çatlayan sesimle, hem tepki gösteriyordum hem de içten içe minnettardım.
Samuel gülümseyerek parmaklarını çeneme yaklaştırdı, fakat sonra Taehyung'a doğru bir bakış atıp elini geri çekti. Taehyung'un öfkeli bakışlarıyla Samuel'i süzdüğünü o zaman fark ettim. Fazla hırpalanmış görünüyordu ve içimde yükselen paniğin sebebi muhtemelen buydu. Zehirli ok bana saplandıktan bir süre sonra bilincimi kaybetmiştim ve kim bilir ne kadar zaman geçmişti. Bunca zaman hem kendisini hem beni korumak zorunda kalmış olmalıydı.
Dişlerimi sıkma isteğini her ne kadar geri göndermek istesem de başaramadım. Taehyung yüzüme aynı ifadeyle bakıyordu. Gözlerindeki yorgunluğu görebiliyordum. Ben uyanmadan her ne olduysa onu yormuş ve üzmüştü.