Taehyung
Dünya düşündüğümden daha fazlasıydı.
Gökyüzü yaşarken daha tuhaf görünüyordu. Özlerini cehenneme kurban veren göt kafalı insanların nasıl olup da bu düzen içinde ölümcül günahlar işleyebildiklerini anlayamıyordum.
Gerçi gördüğüm bütün insanlar cehennemdendi, aksi halini bilmiyordum.
Şehirde dolaşmaksa... Pek benlik değildi.
İtiraf etmek gerekirse bunca zaman çevredeki hareketlilikten uzak kalmaya çalışan bir cehennem meleği olarak, bu kalabalıkta gözüm korkmuştu. Bir köşeye oturup yeni alışkanlıklarımdan biri olan nefes alıp verme işlemini gerçekleştirmek isterdim. Ama yanı başımda duran bir cennet meleği varken bunu bir gurur meselesi haline getirmiştim, belli edemezdim.
Bilemiyordum, kısa bir sürede fazla gelmiş olabilirdi bunca şey. Belki de yukarıda çoğu zaman küçümsenen insan hayatının ne kadar zor olabileceğini anlıyordum. Burada her şey daha yoğundu, her şey farklı bir anlam, farklı bir his içeriyordu.
Teknedeyken oluşan sallantı midemi altüst ederken bunu belli etmemek için gösterdiğim çabayı hafifleten şey, yanımda gelen cennet meleği olmuştu.
Anlaşılan uyum süreci benden daha zorlu ve vahşi geçiyordu.
Sırıttım ve çaktırmadan kalabalığın içinde yanımda yürüyen cennet meleğine baktım.
Geniş omuzları ve yapılı vücuduyla hiç de masum bir cennet meleğine benzemiyordu.
Jungkook.
İsmini bir yerlerden duymuştum sanki. Şu cennet gözdelerinden bahsedilirkendi büyük ihtimalle.
Bu cennet meleği, sabaha kadar içeriğini oldukça merak ettiğim ve inlemelerinden tahmin edebildiğim bir rüya görmüştü ve sabaha oldukça büyük bir sürprizle uyanmıştı. Yattığı yatağın çaprazındaki ufak koltukta kıvrılıp yatmak zorunda kaldığım için rüyasını takiben nasıl sıcaktan bunaldığını ve eşofman altında oluşan yüksek bombeyi görmüştüm.
Beni ürperten şey ise iyice derinlere dalmadan önce söylediği ismim olmuştu.
Taehyung. Ağzından çıkış şekli oldukça ilgimi çekmişti ve kendimi gözlerimi yüzüne dikmiş, bir kez daha adımı söylemesini isterken bulmuştum.
Onu istediğimin farkındaydım, vücudum bunu haykırıyordu adeta. Onun da böyle şeyler hissediyor olması beni ne yapacağını bilmez bir hale sokuyordu. Vücudum felç geçiriyordu.
Kanatlarının yumuşak dokusunu kendiminkinin üzerinde hissettiğim anda olduğu gibi.
Cehennem cinsiyet sınırlarının olmadığı bir yerdi. İsteyen istediğiyle yatıp kalkar ve kimseye de hesap vermezdi. Çünkü meleklerlere bu özgürlük verilmese çoğu işkenceleri izlerken akıl sağlığını kaybeder ve düzeni bozardı. Bu yüzden düzen içinde düzenli bir karmaşa kurmak en iyisiydi. Böyle demişti eski başmeleklerden biri.
Ama cennette o kadar uzun süre kalmamıştım. Altı yaşında bir meleğe kiminle düzüşüp kiminle düzüşmeyeceği öğretilmiyordu. Yani bu cennet meleği aslında ne hissediyor ve bu tür bir şeye nasıl bakıyor diye istemsiz olarak merak ediyordum.
Oradaki otoritelerin konuya bakış açısı farklı olabilirdi. Belki Jungkook da ne hissettiğini fark etmiş olabilirdi, ama eğer bu şey cennette ayıplanıyorsa... Hissettiği şeylerden utanacaktı ve kendini suçlayacaktı.
Ve o an da benim de onunla işim bitmiş olurdu.
Tamamen.
Bir anlığına bu kararlılığım karşısında güçlü hissettim. Hiçbir zaman duygularına teslim olan biri olmamıştım. Cennettin bana verdiği tek şey buydu işte.