Helö madırfakırs!
Notu buraya yazma sebebim bölümün içeriğinden kaynaklanıyor. Malum ramazandayız ve bölüm yetişkin içerik barındırdığından oruçluysanız iftardan önce okumamanızı tavsiye ederim. :*
Yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum :3 Kendinize iyi bakın, iyi okumalar!
***
Cennette gece farklıydı. Her şeyde olduğu gibi gecenin karanlığına da bir şekilde beyaz ışıltısını serpiştirmişti. Cennette geceleri karanlık olmazdı, gökyüzü beyazı andıran puslu bir griyle kararır; yine de aydınlığını kaybetmezdi.
Bu görüntünün benzerini dünyada gördüğümde çok şaşırmış, hayretle beni göremeyen insanların yüzlerini izlemiştim. Resmen cennetten bir parçayı görüyor ve tepki vermiyorlardı. Karlı geceler... Yeryüzünü beyaza bürüyen milyonlarca kar tanesinin göğe bahşettiği bir güzellikti adeta. Kutsaldı...
İnsanlar bunu nasıl göremiyor, diye düşünürdüm hep. Bu güzellik nasıl gözardı edilir?
"Burada geceleri neden bu kadar aydınlık ki..." Taehyung oturduğum kütüğe doğru gelmiş yavaşça yanıma oturmuştu. Kimsecikler kalmamıştı artık çevremizde. Herkes usulca dağılmış, Samuel'in dediği gibi harekete geçmeden önce sevdikleriyle özel anlar paylaşmak üzere köşelerine çekilmişlerdi. Uçsuz bucaksız cennet ormanında herkese yetecek kadar özel alan vardı tabii ki.
"Bana sevmediğini söyleme sakın." dedim beklentiyle yüzüne bakarak. Sırıttı ve yanıma yerleşti. Omzu omzuma değiyordu ve kolunun benimki yanında verdiği sıcaklık göğsüme kadar yayıldı, tek dokunuşu içimi ısıtmaya yetmişti.
Başını öne eğip yandan yüzüme hafiften cilveli bir bakış atarken uzun zaman sonra ilk defa baş başa kaldığımızı fark etmiştim. İkimizin de güvende ve sağlıklı olduğu bir baş başalıktan bahsediyordum.
"Gece benim için hep bir şeyleri gizli tutan olmuştur, sır saklayandır gece." dedi bakışları yüzümden tek bir santim bile oynamadan. Yüzünün her bir santimini öpmek istediğimi biliyordu adeta. Karanlığımda hapsolmuşken onu özlemiştim, fazlasıyla. Şimdi yanımda, tam dibimde oturuyor olduğu gerçeği bile içimi titretmeye yetiyordu.
Ona karşı hissettiğim şey her ne ise... Asla sönmek bilmiyordu; içimi kor gibi yakıp geçiyor, zihnimi ele geçiriyordu. Biçimli burnunun merkez aldığı o ilahi yüz hatları, gözlerinin yaydan çözülmekte olan bir ok gibi sivri bitişi, dudaklarının sus çizgisinin altında ipekten bir yorgan gibi kıvrılmış dudakları.. Bilmiyordu yüzünü içimde bir yerlere sonsuza dek kazıdığını... Biliyor gibi bakmıyordu belki ama ona duyduğum özlemi anlıyordu mutlaka. Biliyordum, karanlığımdayken alnımda hissettiğim geniş avcun ve uzun parmakların sahibini tanıyordum. Benim için oradaydı hep, cennette yapmaması gereken şeyleri yapıp iblis yanının ortaya çıkması pahasına korumuştu beni.
Göğsüme saplanmış olan okun bıraktığı yara cennette neredeyse iyileşmiş olsa da içten içe bu düşünceyle tekrar acı vermeye başlamıştı. Ya da belki de kalbimdi acıyan... Bilemiyordum tam olarak.
"Benim yanımdayken saklaman gereken bir şey yok." dedim alaylı bir şekilde yüzüne bakarken. Yüzünde oluşan küçük çaplı paniği gördüğümde sırıttım.
"Ondan bahsetmediğini biliyorum. Anlıyorum." Panik dolu parlak gözleri durulduğunda o da iç çekerek güldü.
Aramızda oluşan tuhaf sessizlikte ne yapacağımı bilmiyordum. Varlığı yetiyordu tabii... Ama nasıl daha fazlasını istemem gerektiğini bilmiyordum. Hiç... Bu kadar boş kalmamıştık, aramızdaki şeyleri erteleyip durmuştuk hep içinde sürüklendiğimiz olaylar yüzünden. Şimdiyse, garip geliyordu tüm bu vakit.