Sevgi - Sorguya Doğru

139 19 14
                                    

     Ve sonunda beklenen an gelmiş, kapı açılmıştı. Nefesimi tutmuş bir vaziyette, açılan kapıdan içeri girecek olan kişiye bakıyordum. İçimden son dualarımı tamamladıktan sonra derin bir nefes alıp kapanan kapının ardından içeri girmiş olan kişiye baktım.

     Tam da beklediğim gibi. Gelen kişi annemdi. Öfke ve kaygı dolu gözlerle önce beni, sonra odanın içindekeri sırayla süzdü. Kimsenin konuşmasına müsade etmeden direk konuya girdi:

- Beni acil çağırdınız müdür bey. Kötü bir şey mi oldu? Kötü bir şey mi yaptı benim kız?

     Müdürün konuşmasına fırsat vermeden tekrar lafa daldı:

- Polisler falan var. Ne oldu söylesenize korkutmayın beni.

     Müdür "isterseniz memur beyler anlatsınlar" diyerek topu polislere attı. Yazılarla uğraşan polis geldiğimden beri hiçbir şey konuşmamıştı. Bu sefer de suskunluğunu bozmadı. Yine her zamanki gibi sözü diğer polis aldı:

- Bir soruşturma için çağırdık sizi buraya. Pardon isminiz neydi?

- Nezahat.

- Nezahat hanım şimdi kızınızın sınıfından bir çocuk ilaç zehirlenmesi geçirdi. Sebebini araştırmak için de biz görevlendirildik. Önce okuduğu okula gittik. Olay yeri olduğu için. Daha doğrusu çocuğun fenalaşıp hastaneye kaldırıldığı yer olduğu için. Olay yeri olup olmadığı konusunda emin değiliz. Hemşireye sadece 19 adet medpamid içtiğini söylemiş. Sınıf arkadaşlarının ifadesini aldık ama kimse hiçbir şey bilmediğini söyledi. Sadece en iyi arkadaşı olduğunu söylediği Okan isimli bir şahıs, Burak'ın kızınıza saplantılı bir şekilde aşık olduğunu ve böyle bir şeyi yapsa yapsa Sevgi için yapabileceğini söyledi. Biz de onun ifadesini almak için geldik.

     Alçak herif! Demek benim ismimi verdi ha. Bunun hesabını mutlaka sormalıyım.

Annem kızgın bir bakışla beni süzdü. Sonra da polise dönerek:

- Peki çocuğa ne olmuş?

- Yoğun bakımda. Bir şey daha var.

- Nedir?

- Bir de mektup varmış. İlaçların içmeden önce kızınıza bir mektup yazmış. İntihar mektubu. Onu da burada öğrendik.

     Daha önce hiç konuşmayan polis ilk kez açtı bayramlık ağzını:

- Mektup yanında mı?

- Hayır.

- Nerede peki?

     Ne cevap vereceğimi bilemedim. Mektup elbette yanımdaydı. Burak gelince herkesin içinde suratına atarım diye düşünmüştüm. Fakat mektubu görürlerse her şey açığa çıkacaktı. Çıkıp çıkmamasının bir önemi olur muydu ki? Sonuçta aşık olan o, intihar etmeye çalışan da o. Ben mi dedim ona intihar et diye? Kahretsin! Nasıl ben demedim? Her şey okulda olup bittiğine göre, Burak intihara son attığım mesajdan sonra karar vermişti. Bunun başka türlü bir açıklaması olamaz. Hem uyku ilacı yerine mide ilacı içmesi, hem okulda fenalaşmasının başka bir açıklaması olamaz. Bunu ben bile anlayabiliyorsam, koskoca çocuk şube akıl edemeyecek mi? Gerçi mesaj attığımı nereden bilecekler ki? O yalnız bir çocuk. Kimseyle doğru düzgün konuşmaz bile. Hem bana böyle saçma bir oyun yaptığını kime söyleyebilir ki? Okan bile o zarfı gördüğü halde anlamadığına göre bilmiyor. Tabi sonradan söylemediyse. Söylemiş midir ki? Şayet söylemişse, anında her şeyi öten Okan, bunu da ötmüştür. Dolayısıyla polis de biliyordur. Fakat polisler bilseydi, onca şey anlatmışken böyle önemli bir mevzuyu atlamaları çok saçma olurdu. Tabi özellikle atlamadılarsa. Belki de beni oyuna getirmeye çalışıyorlar. Acaba inkar mı etsem. "Öyle bir mektup yok. Varsa bile benim elime hiç ulaşmadı" diyebilirim. Ah salak kafam! Koskoca çocuk şube Burak'ın telefonuna bakmayı ihmal eder mi? Okan bilse ne olacak bilmese ne olacak? Mesajımı da silmemiştir o dengesiz. Hiçbir mesajımı silmeye kıyamadığını, defalarca okuduğunu, hatta tarihine, saatine kadar hepsini ezberlediğini söylemişti bir seferinde. Zira ola ki ölürse mesajı silmesi bile kurtarmaz beni. Operatörden mesajlaştığı, aradığı herkesi derinlemesine incelerler. Yapacak hiç bir şey yok. Burak kurtulsa da bu sefer o her şeyi anlatacak. Benim tek yapacağım şey, paşa paşa mektubu verip, her şeyi olduğu gibi izah etmek:

- Şimdi hatırladım. Yanımda galiba. Bir çantama bakayım.

     Çantamı biraz karıştırıyor gibi yapıp, mektubu çantamdan çıkardım. Zarfı polisin o kalın, tüylü eline verirken elim titriyordu. Polis mektubu alıp, gayet ilgisiz bir şekilde cebine koydu. Bu davranışı her ne kadar işime gelse de, nedenini bilmediğim bir şekilde sinirlerimi bozmuştu. Sinema filmlerindeki olayları derin bir ilgiyle arayan o büyüleyici polis imajı kafamda bir anda sıfırlandı. Gerçek bir hayal kırıklığıydı.

     Annemle ikimiz polis aracına bindik. Araç çalışıp yola çıktı. İki polis önde tam sohbete başlamışken annem uğradığı şoktan kurtulmuş, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:

- Biz seni ne için gönderdik oraya sen ne yapıyorsun? Utanmıyor musun erkekleri baştan çıkarmaya! Niye elalemin oğlundan mektup alıyorsun sen! Ben seni böyle mi yetiştirdim!

     Arabayı kullanan polis dikiz aynasından dik dik baktı bize. Yan koltukta oturan ise "kavga etmeyin ayırmayız bak" dedi. Aklı sıra dalga geçiyordu.

     Karakola girdik. Bizi girişte beklettiler. Küçük bir karakoldu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Sorguda dayak var mıydı acaba. Filmlerdeki gibi ağzımı burnumu kırmazlarsa iyi. İçimde binlerce tilki tepişiyordu. Bayan memur, bize avukatımızın olup olmadığını söyledi. "Yok" dedik. Barodan avukat çağırdılar. Annem bana dönerek:

- Bütün bu yaptıkların yetmezmiş gibi, bir de bizi dünya kadar masrafa soktun. Avukatın parasını nasıl ödeyeceğiz? Babanla benim bir aylık toplam paramız anca avukatın tek seferlik ücretini karşılar. Biz bir ay nasıl geçineceğiz? Kirayı, doğalgazı, elektriği nasıl ödeyeceğiz? Hadi hepsini geçtim, yazık değil mi bizim o kadar emeğimize?

     Kadın polis, daha fazla dayanamayarak lafa daldı:

- Hanımefendi sakin olur musunuz lütfen? Burası karakol. Avukat için herhangi bir ücret ödemenize gerek yok. Avukatı devlet atayacak size. Yani avukat sizden vizite ücreti talep edemez.

     Annem derin bir iç çektikten sonra:

- Ah be hanım kızım. Devlet atasa ne olacak? Biz canımızı dişimize takarak, ekmeğimizden, aşımızdan çalarak onu dersaneye verdik sırf okusun diye. Okusun da bizim gibi asgari ücretle sürünmesin diye. Ağabeyini okutamadık bari kızımız okusun dedik. Okusun da ağabeyi gibi esrarkeş olmasın...

     Son sözünü söylediği anda birden yutkundu annem. Sanki söylediklerini geri yutmak istermiş gibi. "Gerizekalı kadın ağabeyimi de yakacak" dedim içimden. Annemi dinleyen kadın, son sözünden sonra kaskatı kesilip, mavi gözleri faltaşı gibi açıldı. Neyse ki kadın hiçbir şey demedi. Avukat gelene kadar ne annem, ne bayan, ne de ben hiç konuşmadık.

     Burada oldukça tuhaf vakalarla karşılaştım. Bonzai içerken yakalanan dört lise öğrencisi, ustasının sürekli küfür ve hakaretlerine dayanamayıp kafasına keser geçiren çocuk işçi, sarhoş babasının annesini dövdüğü için sağ baldırına makas saplayan 14 yaşında bir çocuk vb...

     Sonunda avukat karakola teşrif etmişti. Oldukça kilolu vücuduyla ve yarı siyah yarı beyaz top sakalıyla polislerden daha ürkütücü görünüyordu. Artık ifade vermeye hazırdım...

Ölüme Ramak KalaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin