Continue

108 10 2
                                    


Koskoca bir haftamı kanepeme tüneyerek donmuş yiyecekler yemekle ve uyumakla geçirmeye devam etmiştim.Mali ara sıra beni görmeye geliyor ve gidişatımdan hoşnut olmadığını belirtircesine yüzünü buruşturuyordu.Minik evimi havalandırıyor ve benimle konuşmaya çalışıyordu.

İşin aslı ona karşılık veremiyor olmak üzücü ama Calum beni bir tür arafta bırakmıştı.Ne hissetmem gerektiğinden bile emin değildim.Onu unutmak istiyordum ve hayatımı mahvetmediğini yazıyordum ona, eğer okuyorsa, ama aynı zamanda geri dönmesini isteyen bir tarafım olduğunu da biliyordum.Geri dönmesini isteyen tarafımı destekleyen düşüncelerim her şeyi düzeltebileceğine inanıyordu ama desteklemeyenlerse korkusundan kafasını kuma sokuyordu.Binlerce parçaya bölünmüş gibiydim ve bu beni günlük işlerimi yapmaktan bir nevi alıkoyuyordu.

Aslında son birkaç haftaya kadar bu kadar kötü durumda değildim.İyi olmadığımın farkındaydım ve bunu değiştirmek zorundaydım.

Şimdi her şeyi Calum'a bırakmıştım.Eğer bir gün cevap verirse veya dönerse her şey daha iyiye gidecekmiş gibi geliyordu.Ama tüm umutlarımı yitirirsem kendime gelmek ve biriktirdiğim parayı tüketmeyi kesmem gerekiyordu.

Bugünse daha farklı bir şey yapacağım için biraz heyecanlıydım.Şehirler arası bir otobüse binip çocukların evine gidecektim ve bu sayede grubun yıl dönümünde birlikte olabilecektik.Bunun iyi bir etkisi olmasını umuyordum.

Çantamı son bir kez kontrol ettikten sonra anahtarlarımı aldım ve kapıyı açtım.Güneş ışığı salonuma dolduğunda etrafın ne kadar dağıldığını ve kirlendiğini fark ettim.Yüzümü buruşturmadan edemedim.Geri dönünce evimi temizlemem gerekecekti.

Yaşadıkları şehre giden bir otobüse bindim.Kara yolculuklarından nefret ederdim aslında.Arabaya veya toplu taşıma araçlarına her bindiğimizde Calum çantasında benim için sakladığı poşetlerden birini verirdi bana.Gün başladığından beri onun da burada olması için hissettiğim kuvvetli isteği göz ardı etmek için uğraşmıştım ama artık herhangi bir hissi maskelemek için gücüm kalmamıştı.Yüzümü saçlarımla gizleyip biraz ağladım.

Otobüsten indikten sonra her şey biraz daha kolay geçti.İnmeden önce yıkımımın izlerini temizlemeye çalışmıştım, böylece beni almak için gelen Ashton sanırım fark etmedi.Beni sıcak bir kucaklamanın içine çekti ve iyi olup olmadığımı sordu.Luke ve Mike beni sık sık görmeye gelmişti ama Ashton'u aylardır ilk defa görüşümdü.

Birlikte kullandıkları külüstür kamyonete bindik ve bir süredir bir parçam haline gelmiş gerginliğimi üzerimden atmaya çalışırken kucağımdaki çantamın ipleriyle oynayıp durdum.Sadece birkaç kez konu açtık ve sıradan konulardan bahsettik.

Çok da uzun sürmeyen bir yolculuğun ardından Ashton arabayı girişinde küçük bir bahçesi olan iki katlı tatlı bir evin önünde durdurdu.Arabadan inmek için onun inmesini bekledim.Hazır olmadığımı anladığını düşündüm çünkü benim tarafıma dolanıp elimi tuttu ve ondan aldığım destekle arabadan inebildim.Evin giriş kapısına dek birlikte yürüdük ve evden yükselen müzik sesinin kaynağına yaklaştık.Ashton zile bastı ve duymaları için daha sonra tekrar bastı.Onların benden daha hayat dolu olduklarını görmek harika, ama onlarla Calum olmadan zaman geçirme fikri sekiz ayın ardından bile tuhaf geliyor.

Kapı şiddetle açılınca bir adım geriledim, Ashton da elimi bıraktı.Beni uzun kollarının arasına çekip mutlulukla kıkırdayan Luke'nin elinden zar zor kurtulduktan sonra ben de kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım.Hala kapının girişinde ayakta duruyorduk, gözlerim istemsizce Michael'i aramıştı.Çabamı anlayan Luke ve Ashton arasında kısa bir bakışma geçti.Tam ne haltlar döndüğünü sormak üzereydim ki Michael yanında hiç tanımadığım bir oğlanla çıkageldi.

Durumun garipliği yüzünden kaşlarımı çatıp Calum'a benzeyen çocuğu inceledim.Minik siyah gözlere ya da karakteristik burna sahip olmadan bile yüz hatları ona yeterince benziyordu.Ağzımı birkaç kez aralayıp ciğerlerime derin nefesler çektim, bir cümleye başlayacakmışım gibi.Ama tek bir kelime bile edemedim.

Tüm gözler stresle gölgelenmiş bir halde üzerimdeydi, hissedebiliyordum.Benimse tek yapabildiğim ona benzeyen çocuğa bakmak ve onun telaşlanmış gözlerinden kendi yansımamı izlemekti.

İçeri geçmemizi öneren kişi tuhaf bir şekilde Luke oldu.Luke; Ben ve Ashton, Michael ve o çocuk arasında duruyordu ve bu tür durumlarda kontrolü ele alan kişi olmayı sevmezdi.Buna rağmen gergin havayı neşesiyle kırmak istedi.

İşe yaradığını söyleyemezdim.Ters bakışlarımı ona çevirmek istedim ama görüşüm henüz akmamış yaşlarla buğulanmıştı.

Yanağımdan süzülen bir damla yaşı sertçe elimin tersiyle silip arkamı döndüm.Hızlı ama sert adımlarla az önceki kamyonete doğru yürümeye çalıştım.Çocukların arkamdan adımı bağırdıklarını veya durmamı söylediklerini duymazdan geldim.

Bir el kolumu tutunca kolumu sertçe kurtarıp Ashton'a döndüm.Bakışları kararlıydı.Beni de beraberinde kamyonete doğru götürdü ve oturduğumuzda kontağı çalıştırdı.

Kapının önünde bizi hala izleyen çocuklara bakmak istemediğim için başımı önüme eğip aptal gözyaşlarını kesmek için çabaladım.Neden soğuk ve güçlü bir kız olamıyordum ki sanki? Calum için döktüklerim beni yeterince aciz hissettiriyordu zaten.

Bir süre sessizce devam ettikten sonra Ashton özür diledi.Yaptıkları şeyin doğru olduğunu düşündüklerini çünkü artık müzik yapmaya daha fazla ara veremeyeceklerini söyledi.Çocuğun ona benzemesi biraz tesadüf denebilirmiş.Ama onu bana göstermeleri düşüncesizce olmuş işte bu yüzden çocuklar ve kendi adına özür diliyormuş.

Ona, kızgın olmadığımı söyledim.Değildim.Artık ne kendime ne de başkalarına kızabiliyordum.Tamamen kırılmıştım ve kızgın hissetmek için gereken parçalarımın nerede saklandığını dahi unutmuştum.Tek yapabildiğim Calum'un gömleğine kızmaktı işte.

Beni başka bir otobüse bindirdi, geri dönebilmem için.Israr etmeme rağmen bileti kendisi aldı.Sanırım kendisini oldukça suçlu hissediyor.Belki daha az tepki vermeliydim ama o an kendimi tutamadım işte.Vedalaştık ve beni arayacağını söyledi.

Eve girdiğimde saat öğleden sonraydı ve evin içindeki her şey, her toz tanesi ve her dağınıklık aynı şekilde göze batıyordu.Kızgın olamayacağımı düşünmüştüm ama şimdi çaresizlik içimde koca bir balon gibi şişerken ve sıcak yaşlar tenimi yakarken kızgın olmamam mümkün değildi.

Çığlıklar atarak koltuklarımı devirdim, küçük bibloları yere fırlattım ve masaları tekmeledim.Bir çeşit sinir krizi geçiriyordum sanırım.Nihayet dinginleştiğimde salonun bir köşesinde hafifleyen hıçkırıklarla saçlarımı çekiştiriyordum.Son görüşmemizde ona bunu yaptığım için kendime olan öfkem su yüzüne çıkmaya devam ettikçe hayatıma devam edemeyecektim.Dönmesini istiyordum çünkü onu seviyordum, onu ay ve güneş kadar seviyordum ama ıstırabım da ağır basıyordu.Onun kaçmasına neden olan bendim.

Odasındaki her şeyi ona fırlattım, onu hayallerinden koparmak istedim, bencil bir aptal gibi davrandım.Olamadığı her şey için onu suçladım çünkü korkuyordum.Onu kaybetmekten ve o ana dek geçirdiğimiz her kıymetli anının solmasından korkuyordum.

Şimdiyse yok olmaktan korkuyordum.Onsuz yok olmaktan başka kaderim olamazmış gibi hissediyordum çünkü.

Önceki bölümü yayımlamadan önce bunu atmışım, imrenilecek bir beynim var şu aralar...

Too Bad At GoodBye's // c.h.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin