Calum Hood'un yanında olmak ve Calum Hood'la olmak birbirinden çok farklı iki olguydu ve bu gerçeği fark ettiğimden beri üzülen bir yanım vardı.Onunla tanışmamız ve daha sonra da birbirimizi tam anlamıyla bulmamız arasında geçen zaman dilimi gözüme acınması gereken bir şeymiş gibi gelirdi.Onun yanaklarını avuç içlerimle sevmediğim, onun gözlerinden kendi yansımamı göremediğim her an büyük bir kayıp olmuştu, bu kesindi.
Şimdiyse, sekiz aydır yüzünü görmediğim, sesini duymadığım, geri dönme ihtimaline büyük umutlar bağladığım erkek arkadaşımın -hayır bu kesinlikle yeterli bir sıfat değildi bence, o daha çok tüm varlığımı adadığım insandı- artık nefes bile almadığını öğreniyordum.
Bir zamanlar Calum'un evi olan yerden çıktıktan sonra gece karanlığında ancak birkaç sokak ilerleyebilmiştim.Bu kaçıncı çöküşümdü bilmiyordum ama yine kaldırımın ucuna tünemiş bir halde ileri geri sallanıyordum.Sallanıyordum çünkü başım dönüyordu ve daha çok mide bulantısıyla baş ediyordum.Gözlerimin dünyayla bağlantısını kesip karanlığın içinde birkaç saniye bekledim, sonra beklenen oldu ve kaldırımın kenarına kustum.İçimi bulandıran korkunç bir acı vardı.Calum hiç gelmediğinde hissettiğim acı bunun yanında hiçbir şeydi neredeyse.Nefes almak için çaresizce çırpınıp tükürdüm ve kolumla ağzımı sildim.
Avuçlarımı soğuk taşlara bastırıp kurumaya başlamış gözyaşlarımın esen rüzgarın etkisiyle yüzümü dondurmasına izin verdim.Onlara söz geçiremiyordum bile, ağlarken zihnen söz geçirebildiğimiz gözyaşları asla durmayacak ve asla sözümü dinlemeyecekmiş gibi kayıp gidiyordu.
Beynimin içinde, her bir hücremde o kadar çok düşünce sivriliyordu ki birinin üstüne düşemeden bir diğeri yakama yapışıyordu.Sonra her şey, yerini başka bir şeye bıraktı.Sokaklarda yanıp sönen neon tabelalar gibiydi, kocamandı.Tek bir düşünce ya da soru.Neden?
Neden bana yalan söylemişlerdi? Ona veda etmeme bile izin vermemişlerdi.Beni aylarca yalanlarıyla kandırmışlardı.Ben gözlerinin önünde kaybolup giderken benim solmama ve onu beklememe izin vermişlerdi.Mali her şeyin ucunu kaçırmasa yıllarca sürüp gidecekti bu.
İçimdeki öfke ateşi bedenimi kavuruyordu sanki, ter içinde kalmıştım.Öfkeli çığlıklar atıp avuçlarımı, yasladığım taşlara sertçe vurdum.Azalmıyordu, boğazımdaki düğüm her an büyüyordu.
Adamın biri karşı binanın pencerelerinden birinde gözüküp bana çenemi kapamamı bağırana kadar duramadım.Neredeyse hasar görmüş boğazımı temizlemeye çalışıp adamın dediğini yaptım ve bacaklarıma sarılıp gün doğana kadar bir heykel gibi orada oturdum.
*
Gecenin bu kadar çok şeye ev sahipliği yaptığından birhaberdim.Keşke insanların nasıl bu kadar acımasız olabildiğinin sırrına da vakıf olabilseydim ama ne yazık ki bu mümkün değildi o an için.Ama bu korkunç gecenin bazı kararlar almamı sağladığını biliyordum ve bu iyiydi.Çevremden yürüyüp geçerken bana garipseyen ya da acıyan bakışlarını yollayan insanlara görmeyen gözlerle bakıp şu halde bir mucize eseri olarak hala arka cebimde duran, kaybolmamış telefonumu elime aldım.Nefesimin yeniden sığlaştığını hissetsem de bu zorunluydu, daha fazla kaçış yoktu.
Calum'un odasında bulduğum evraklardan fotoğraflarını çektiklerime bakmak için kendimi zorladım.Yanan gözlerimi birkaç kez ovuşturup okumaya başladım.Şehrin gürültüsü saatle paralel olarak artmıştı ve odaklanmakta zorlandım.Dikkatini başka bir şeye vermek ve kaçmak isteyen hücrelerimi sert bir şekilde durdurmam gerekti.
Beni yıkan ikinci bir dinamitti, zaten geriye pek parçası kalmayan kalbime yeni bir hançer daha saplanmıştı ya da kalp krizi mi geçiriyordum?
Kavga ettiğimiz o aptal gün.Benim bencilce davranıp onu kırdığım, onunsa hayallerine kanat çırpmayı uman güzel varlığının haberim olmaksızın kanatlarının kırıldığı gün.Gittiği güne tekabül ettiği için o tarihi asla unutamazdım.
Artık orada olmayan kalbime doğru akan yeni gözyaşlarımla evimin yolunu tuttum.
Uyumak ve her şeyden kaçmak istiyordum, evet hala kaçmak istiyordum çünkü dediğim gibi Calum varken birlikte tüm dünyaya kafa tutabilirdik ama herkesin aksine ben sevdiğimi çok daha acılı bir şekilde öldürmüştüm ve kendime karşı tahammülüm de kalmamıştı.
Uyku hapı alıp uyandığımda her şeyi unutmuş olarak uyanmayı diledim, kırılan kalplerimizi ve onu kıran kendimi, kim olduğumu.Çünkü artık iyi değildim, o gittiğinden beri iyi de olamamıştım zaten.
Bilincimin açılmaya başladığı anlarda ise, ne yazık ki hala bir bilince sahiptim.Hatırlamak insana verilmiş en büyük hediye ya da en korkunç cezaydı.İntikam ve acıyı doğuruyordu.Çalan telefonuma şişmiş gözlerle bakıp biraz daha kendime gelmeyi denedim, başım çok ağrıyordu ve acıdan artık bahsetmek bile istemiyordum.Sanki bedenimi yatakta bırakmışım gibi bir tavırla ayaklarımı zar zor zemine bastım.Telefona konuşmuş gibi bakıp, kesinlikle sersemleşmiştim, arayanın ismini okudum.Ashton.Beni kontrol etmek için arıyor olmalıydı.Odanın içi perdeler açık olmasına rağmen karanlıktı ve telefonun dijital saati gece olduğunu söylüyordu.İç çekerek gözlerimi yumdum.Calum'un hayali varlığını, o tinsel çekimi hemen yanımda hissediyordum sanki.
Gözümü bile kırpmadan aramayı yanıtladım ve ona Calum'un bana geri döndüğünü söyledim.Yüzümde buruk bir gülümseme vardı.
ÇOK KÖTÜ BİR İNSANIM NELER OLUYOR BU KİTABA? EHEHE
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Too Bad At GoodBye's // c.h.
FanfictionRuhumun seninle lekelenmiş kısımlarını mürekkeple akıtacağım ve en sonunda Calum Hood, sen hiç var olmamış olacaksın.