10.02.2016 Çarşamba
Kişiliğimin bir parçasında olmak isteyip olamadığım şeyler yüzünden acı çeken bir taraf vardı.Ama bugünkü çok daha farklı bir türüydü.Bencillik etmek istemiyordum, anlayışsızca davranmak istemiyordum.Bunlardan hiçbiri olmak istemiyordum ama Calum'a karşı duyduğum sevgi mantığımı öylesine felç ediyordu ki kontrol kalbime kalıyordu.
Sabahın sekizinde telefonum çalana dek her şey biraz da olsa huzurluydu.Çocukların yakında ayrılacağını kendime kabul ettirmiş bir şekilde sabaha karşı derin bir uykuya dalmıştım ve kesinlikle uyandırılmak istemiyordum.Ama şişmiş ve muhtemelen kanlanmış gözlerimle telefon ekranına baktığımda uykumun yerinde yeller esiyordu.
Üstüme rastgele bir ceket geçirip saçlarımı topladım ve koşar adımlarla Hoodların evine yürümeye başladım.Sabahları uyandığımda onun yüzünü görmek benim için inanılmaz büyük bir zevkti.Şişmiş dudakları ve yastığa dağılmış saçlarıyla asla bıkmayacağım bir tabloydu.Ben uyuduğumda o da hemen yanımdaydı, bundan emindim.Neden sabahın köründe evine gitme ihtiyacı hissetmişti ki?
Ev gözüktüğünde adımlarım devam edip problemi öğrenmek ve geri gidip her şeyden kaçmak arasında asılı kalmıştı.Kötü hisler henüz yiyecek bir şeyler girmemiş midemi alt üst ederken ceketime daha sıkı sarıldım ve kapıyı çaldım.
Joy beni karşıladığında her zamanki gibi sıcakkanlıydı.Onunla muhabbet etmeyi severdim.Beni ortaokuldan beri tanıyan insanlardan biriydi.Calum ve ben ortaokulda benim saçımı çektiği için kavga ederken ve günün sonunda elimiz mahkum birlikte geri dönerken gülerek aramızı ısıtmaya çalışır ve bize kurabiye pişirirdi.
Odasında olacağını söyleyerek bizi yalnız bırakmak için birkaç bahane uydurdu.Yüzündeki samimi maskenin ardında tedirginliğin izlerini görebiliyordum.Merdivenleri ikişer ikişer çıktım ve siyaha boyadığı kapısını sessizce ittirdim.İlk gördüğüm şey sevimli yüzü oldu.Yüzü, boynu ve kolları dışında her yeri yorganının altında kaybolmuştu.İstemsizce huzurlu hissettim ve kendisi gibi kokan odasına girdim.
Parmak uçlarımda ilerleyip yatağının yanında yere oturdum, bacaklarımı kıvırarak.Birkaç dakika sadece onu izledim.Önemli olan tek şey oydu şimdi yine.Parmak uçlarımla yüz hatlarını belki de yüzüncü kez keşfettim.Sağ kaşının üzerindeki yarayı, kirpiklerinin uzunluğunu, güzel ısısının hissiyatını yeniden turladım.
Pürüzlü parmaklarımın altındaki yumuşak teni hafifçe kıpırdadığında elimi çektim ve en az benimkiler kadar uykusuz gözüken gözlerini açarken yutkundum.İsmimi mırıldandı ve uçurumdan yuvarlanır gibi oldum.Bunca zamanın ardından bile bana aynı şeyleri hissettirmesi onun büyüsü müydü yoksa benim hastalığım mıydı emin değildim.Elimi eski pozisyonuna getirip yanağını avcumun içine aldım.Gözlerimin içine bakıp avcuma bir öpücük bıraktı.
Bu bakışı biliyordum.Calum Hood'u neredeyse altı yıldır tanıyordum, onun en ufak yüz ifadesini bile çözebilirdim.Bu bakış çok nadiren kullandığı birazdan seni üzecek bir şey söylemek zorundayım lütfen affet bakışıydı.Bunu bazen kendini affettirmek için de kullanırdı.
Kaşlarımı çatıp sorunun ne olduğunu sorarken olabildiğince sakin olmaya çalışıyordum.Daha iki üç saat önce mantığımın kalan kısmıyla yaptığım mahkemede karar vermiştim, kabullenmiştim her şeyi ve sakinliği.
Çıkan küçük bir pürüz yüzünden daha erken gitmeleri gerektiğini duyduğumda o da yatakta doğrulmuştu bense hala yerde oturuyordum ve bedenim kaskatı kesilmişti.Nasıl sakin kalmayı başarabilirdim onu düşünüyordum daha çok.Kendimi alıştırdığım yeniliklerin içinde böyle bir şey yoktu ama onu üzmek de istemiyordum.
Ağlamamak için kendimi sıktığımı fark ettiğinde yüz ifadesi hüzünle ağırlaştı ve beni kollarının arasına çekmek için çabaladı.Onun için de zor bir durum olduğunu biliyordum ama kendimi kontrol edemiyordum, hislerimi kontrol edemiyordum.Hayatımın saptığı yön ile ilgili yapabileceğim bir şey yoktu.
Silkinip kollarını ittirdim ve kendi dizlerime sarılarak hıçkırmaya başladım.Calum'un sırtımın üzerinden eğilip kulağıma tatlı fısıltılar hediye ettiğini neredeyse duymuyordum.Bedenim kendi hıçkırıklarım yüzünden sarsılırken ağzımdan anlamsız sözler de dökülmeye başladı.
Kısa süreliğine gideceğini söyledi, beni ne olursa olsun bulacağını.Aynı konuşmayı binlerce kez yapmıştık ve o beni avutmaktan bıkmamıştı.Ama daha önceki konuşmalarımızda bu kadar çabuk gitmeyecekti.
Acım öfkeye dönüştü.Hırsla ayağa kalkıp odasında elime geçen ne varsa ona fırlatmaya başladım.Özenle yazdığı notalar, cam kenarında durmalarından hoşlandığım için ona aldığım minik biblolar, ne varsa.Bir süre sonra amacımdan sapıp öfkemi çıkarmak için sadece odasını dağıtmaya başladım.Yorganı ve çarşafının bir kısmı yere uzanıyordu.Ben durana dek bekledi ve yalnızca kendini korudu.Bu adamı hak etmediğimi biliyordum ve bu kadar büyütmemin sebebi onu kaybetme korkumdu belki.
Yeminler etti, onun her şeyi olduğumu biliyordum değil mi? Bilmem gerekirdi.Ortaokulda saçımı çekip notlarımı birbirine karıştırırken de tek istediği bendim.Ama bir kez öfkelendiğimde kolay kolay atlatamıyordum ve söylediği her şeyi reddettim.Bana göre bambaşka şeyleri hak eden bir melekten başka bir şey değildi ama bunu ona söyleyemezdim.Kendime itiraf etmekle ilgili bile bir sorunum vardı.Onu gözümde ilahi bir konuma soktuğumu söylemek utanç vericiydi ayrıca olmayan özgüvenimin dışavurumuydu.
Bildiğimi düşündüğü onca şeyi aslında hiç kavrayamamış olmam onda bir deprem etkisi yarattı.Hala omuzlarım titrerken ve ikimiz de kızarmışken masasını öfkeyle dağıttı ve kapıyı çarpıp çıktı.Onu ilk ve son defa bu denli öfkeli görüşümdü.Zaten son görüşüm de bu oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Too Bad At GoodBye's // c.h.
FanfictionRuhumun seninle lekelenmiş kısımlarını mürekkeple akıtacağım ve en sonunda Calum Hood, sen hiç var olmamış olacaksın.