Masadaki kahveyi alıp,camın önüne geçti ve ayaklarının altında kalan şehri izledi Muzaffer. Aklına bunca zamandır yaşadığı acı anılar doldu. Zaten ne zaman yalnız kalsa,anılar hep rahatsız ediyordu.
Muzaffer hayatı boyunca kendini bildi bileli kaçmaya çalışmıştı bu acı hatıralardan. Ama insan kendinden kaçamıyor değil mi? Hemde hiç bir şekilde. Eğer her kesten her şeyden hatta kendinden bile, kaçarsa,yüreğindeki yükün hafifleyeceğini sanmıştı. Ama acı her gün hafiflemek yerine,biraz daha artmıştı. Ve Muzaffer artık bununla başa çıkmaya gücünün yetmediğini geçte olsa anlıyordu.
Artık biraz da olsa yardıma ihtiyacı vardı. Belki babasına sığınmanın vakti gelmişti. İçini ele geçiren cesaretten güç alarak elindeki telefonla babasını arayacağı sırada babası ondan önce davrandı.
Muzaffer ekranda yazan isme küçük bir tebessüm etdikten sonra tuşa basıp telefonu kulağına koydu. Ama telefonun diğer ucundaki ses babasına değil,bir kadına aitti.
"Muzaffer bey..." diye bilmişti sadece Nefise. Kelimeler adeta boğazında düğümleniyordu.
"Pardon,kiminle görüşüyorum?" İçindeki merak sesine yansımıştı. E meraklı olmakta haksızda sayılmazdı.
"Ben avukatınız Nefise Doğan. Muzaffer bey, babanız-" Nefise lafını bitiremeden Muzaffer heyecanla konuya atladı.
"Ne oldu? Hastalığımı tetikledi?" İçindeki heycan ve bir o kadar korkuyla sormuştu.
"Bu defa gelmeniz gerek" Ağlamaklı bir tonla konuştu. Zaten ağlamasına bir şey de kalmamıştı. Onu büyüten,okutan ama en önemlisi sevgisini veren insan gözünün önünde can çekişiyordu.
"Tamam. Hemen ilk uçakla ordayım" Sadece bunlar çıkmıştı ağzından. Hemen telefonu kapattı ve sırt çantasına bir kaç eşya koyduktan sonra hemen kapıyı çarpıp çıktı. İşte her şey şimdi başlıyordu.
***
Gözlerinden akan şehre baktı Muzaffer. Özlemişti. Ama onun yanında bir çokta acı anısı vardı bu şehirde. Sahi,kaç senedir gelmiyordu? 10? 15? Hayır tamı tamına 20 yıl olmuştu. O günden bu yana 20 sene geçmişti.
Duran araba düşüncelerinden ayırdı Muzafferi. İşte son durak. Ağır adımlarla indi ve her tarafını ezbere bildiği eve doğru yürüdü.
Hiç kimseye aldırmadan babasının odasın ilerlerdi. Odanın olduğu tarafa döndüğünde duvara yaslanıp duran kadına gözleri takıldı. İlerleyip yanından geçmek istedi ama kadının neredeyse düştüğünü fark edince hemen yanına geldi ve ellerinden tuttu.
Kadın ellerin sahipini görmek için ağlamaktan kızarmış gözlerini kaldırdı. O gözlerini kaldırınca Muzaffer bir an yeşilden başka hiç bir şey görmediğini anladı.Nefesi kesildi. Evet. Bu Nefiseydi.
"İyi misiniz?" Ellerinden hala tutarken sordu Muzaffer. Nefise sadece başını salladı.
Daha sonra kendine geldiğinde ellerini tutan kişiyi tanıdı. Anın verdiği şaşkınlıkla ellerini çekti bakışlarını ona çevirdi.
"Hoş geldiniz Muzaffer bey" sadece bunlar çıkmıştı ağzından. Muzaffer sadece başını sallamakla yetinmişti.
Daha sonra ikisi de Salih beyin yanına geçmişlerdi. Muzaffer anında yılların verdiği hasretle hemen kucakladı babasını. Bir süre öyle kaldılar.
Nefise biraz onları izledikten sonra yalnız kalmaları için usul adımlarla odadan çıktı ve kapıyı kapattı.
"Sonunda geldin. Seni canlı bir şekilde göre bildim. Şimdi rahat bir şekilde öle bilirim sanırım" şakayla karışık bir edayla söylemişti bunu Salih bey.
Bunun ardından Muzaffer babasının elinden tutmuştu. "Hayır. Sana bir şey olmuycak"
"Ölüyorum oğlum. Artık vakit yaklaşıyor. Hissediyorum. Bak,beni iyi dinle tamam mı?" Ciddi bir şekilde elleri arasındaki eli sıkarken konuşmasına devam etti Salih bey. "Biliyorum çok acılar yaşadın,seni bu acılarla bıraktığım için üzgünüm. Ama artık baş etmen gerekiyor. Senden sadece 2 şey istiyorum"
Muzaffer göz yaşlarına engel olamazken Salih bey zorlansa da konuşmasına devam etti.
"Paşabahçedeki eve,evimize iyi bak. Oraya bir şey olmasına izin verme. Ve son bir şey daha. Nefise" diye bildi sadece sesi sonlara doğru kısılırken.
Muzafferse kaşlarını çatarak onu dinliyordu. Arkasını merak ediyordu doğrusu.
"Ona iyi bak evlat. Sakın bırakma. Sakın bir-birinizi bı-rak-ma-yın" daha sonra gözleri kapandı Salih beyin.Muzafferin elleri arasındaki eli yere düştü.
"Babaaa!!!" Diyerek göğsünü kapladı Salih beyin Muzaffer. Onun bağırışının ardından Nefise de odaya gelmiş,Salih beyi gözleri kapalı görünce göz yaşların hakim olamamıştı.
Salih bey,büyük olaylara gebe olacak şeyleri arkasından bırakıp gitmişti. Bu gidişin ardından taşlar yerinden oynayacaktı. Hem de çok fena bir şekilde...
****
Salih beyin ölümünden 1 hafta geçmişti. Cenaze töreni falan derken bir çok gelip giden olmuştu fakat Muzaffer onlarla görüşmek istmedeği için Nefise ilgilenmişti.Bu ölüm ikisini de çok fena sarsmıştı. Ama en çokta Muzafferi. Annesinin ardından babasını da kaybetmişti. İçinde çok büyük bir vicdan azabı vardı. Keşke bu 20 yılı onunla geçirseydi.
Çalınan kapı onu düşüncelerinden ayırdı. Gelen Azimeydi.
"Avukat Selçuk bey ve Nefise hanım sizi bekliyorlar" Muzaffer kafasıyla onayladıktan sonra aşağıya indi.
Her kesi selamladıktan sonra Nefisenin yanına oturdu ve her ne kadar istemesede miras ve vasiyet hakkında konuşmaya başladı. Nefise avukat olarak neden vasiyeti ona bırakmadığını anlamıyordu. Ama bu çokta uzun sürmüycekti. Her şey yerine oturacaktı birazdan.
Vasiyet aynı Muzafferin beklediğı gibiydi.Salih bey her şeyi ona bırakmıştı. Bunların hiç biri Muzafferin umrunda değildi. Umrunda olan tek şey çoçukluğunun geçtiği o evdi.
Her şey konuşulduktan sonra sıra oraya geldi ama bu evi alması için Salih bey bir şart koymuştu.
"Bu evi sadece 1 tek şartla ala bilirisiniz"
"Ne şartı?" Diye merakla sordu Muzaffer.
"Bu evi,Nefise hanımla evlenmeniz şartıyla ala bilirsiniz" diyerek vasiyeti ikisininde önüne koydu.
"Ne!!!" İkisi de aynı anda bağırdıktan sonra bir birlerine baktılar. İşte şu an da yolun başlangıçındaydılar...
-----
Umarım beğenirsiniz. Yorum ve voteleri bekliyorum 😊😊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilmezdim
Fanfictionİki insanı bir araya ne getirir? Hayat? Kader? Aşk? Bu sorunun cevabını sadece yaşayarak bulacaklardı