Piknik -14 Part 1

82 11 7
                                    

Kısa süreli gecikme için özür dilerimm :/ Neden bilmiyorum ama bu bölümü yazmak benim için çok zordu, hiç içimden gelmedi. Ama inat edip tamamladım. İyi okumalarr ^_^ <3

-Hmslove

14. Bölüm Part 1:

''R-rüzgar?'' diye kekelediğimde sırıttı, en çapkın haliyle hemde. Ellerini kahverengi saçlarının arasından geçirdi ve bana bir bakış attı.

Bismillah! O neydi ya? Gök taşı mı düştü uzaydan? iç sesime yorum yapmayacağım, hepiniz bana katılıyorsunuzdur.

''Evet, benim'' dedi sırıtmasını bir an bile kesmeden.

''Peki burda ne işin var?'' diye sordum, çünkü hala ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Biliyorsunuz, en son birbirimizi görüşümüzde ben bir taksideydim ve ondan uzağa doğru gidiyordum. Yani-

''Bugün benimsin'' Rüzgarın lafıyla olduğum yerde kaldım.

''E-efendim?''

''Beni duydun Alev, bugün tamamen benimsin'' dedim ve kolumdan sıkmamaya dikkat ederek tuttu. Ben ne olduğunu anlayamadan çoktan arabaya binmiş ve bir yerlere gidiyorduk bile. Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından aklımdaki soruyu sordum, daya fazla içimde tutamazdım.

''Neden yaptın?'' dedim. Bana anlamazca bir bakış atıp tekrar yola döndü.

''Neyi neden yaptım?''

''Bunu işte'' dedim ve derdimi anlatamamanın verdiği sıkıntıyla iç çektim. Anladım dercesine gülümsedi ve açıkladı '' Zor şeyler yaşadın Alev, önce annenin ölümü, sonra güvendiğin birinin sana ihanet edip yalan söylemesi... bunlar hiç kolay değil. Hele senin yaşında biri için hiç kolay değil. Şahsen senin yaşadıklarını ben yaşasaydım çoktan intihara girişmiştim.'' derin bir nefes aldı ''yani, bugün herşeyi unut. Bütün kötülükleri, anneni, mutsuzlukları ve Berkeyi'' ne yapmaya çalıştığını anlayınca gülümsedim, beni uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bütün bu kargaşadan, annemin hatıralarıyla dolu evden uzaklaştırmaya çalışıyordu beni. Elimde olmadan gülümsedim, Berke'ye hiç benzemiyordu, hatta bazen kardeş olduklarını inkar ediyordum çünkü uzaktan yakından alakaları yoktu.

''Nereye gidiyoruz?'' diyince sırıttı

''Sevdiğin bir yere''

''Sen benim sevdiğim yerleri nerden biliyorsun ki?'' diye şüpheyle sordum. Sırıtışı iyice genişledi ''seni tanıyorum'' benim sevdiğim yerleri nerden bildiğini olabildiğince düşünmemeye çalışarak başımı cama yasladım ve yolu seyretmeye başladım

***

yaklaşık bir saat sonra durduğumuz yere ağzım açık bakakaldım. O nerden biliyordu burayı? 

''S-sen burayı nerd-''

''seni tanıdığmı söylemiştim. Şimdi beni sorgulamayı bırakta buranın tadını çıkar'' dediğinde daha fazla sorgulamamaya karar verdim. Haklıydı, şuan herşeyi boşverip bu mükemmel yerde güzel vakit geçirmeliydim. Etrafa şöyle bir göz atınca gülümsedim, hala hiçbirşey değişmemişti. Bizim son gelişimizden beri, beyaz boyalı iki katlı ev, bahçesinin bir köşesindeki salıncak ve kaydırak, hatta çalılar bile olduğu gibi duruyordu. Tek fark bahçenin diğer köşesindeki renk renk güllerin solmuş olmasıydı. Tanıdık çimen yolda yürüyerek evin kapısının önünde durdum. Verandadaki sallanan koltuğa bakıp sırıttım, yaz akşamları kitap okumak için ideal. Kapının önündeki saksının toprağına batırılmış yedek anahtarı çıkardım ve kapıyı açıp içeri girdim. Kapı öyle bir gıcırdamıştı ki sanki bize 'hoşgeldiniz' diyordu. ''Hoşbulduk'' diye mırıldandım, bu Rüzgarı güldürünce dayanamayıp bende güldüm. Sonra havadaki tozlardan gülüşüm öksürüklere dönüştü. Rüzgar sırtıma vurdu ama öksürüğüm şiddetlendi

''Al'' Rüzgarın uzattığı suya baktım ve tek dikişte bitirdim. Teşekkür edercesine bakınca oda bakışlarıyla ''rica ederim'' dedi. Nasıl dedi bilmiyorum. Ben kanepede derin nefesler alırken Rüzgar ayaklandı ve pencereleri açıp tekrar yanıma, kanepeye oturdu. Yüzümü ellerinin arasına alıp suratını benimkine yaklaştırdı ve ''iyi misin?'' diye sordu. Bu kadar yakınlıktan rahatsız olup gerilerek geri çekildim ve ''şimdi daha iyiyim'' dedim. Bana kırılmış gibi baktı ama sonra toparlandı ve zorla gülümseyerek ayağa kalktı.

''Buraya boş boş oturmaya gelmedik değil mi? Biraz orjinal olduğunu biliyorum ama piknik yapmaya ne dersin?'' gülümsemeden edemedim.

''Tamam'' dedim ağzım kulaklarımda. Oda bu halime sırıttı ve daha yeni fark ettiğim kanepenin diğer köşesinde duran piknik sepetini aldı.

Evden çıkıp piknik için güzel bir yerler ararken Rüzgar heyecanla konuştu ''işte, buldum. Orası olsun'' dedi ve bir çimenliği gösterdi. Ben tanıdık çevreyi incelerken Rüzgar örtüyü sermeye başlamıştı bile. Ona yardım etmeyi aklımın ucundan bile geçirmeden küöükken yollarını ezberlediğim yeşillikte dolaşmaya başladım. Eskiden ne kadar eğlenirdik ama, annem ve ben. O lanet hastalıktan önce en yakın iki arkadaş gibiydik. Birbirimize şakalar yapıp gülerdik ve lisemdeki çocukları çekiştirip dedikodu yapardık. Hatta bir keresinde anneme evde bir parti verip veremeyeceğimi sormuştum ve annem sıradan annelerin aksine bana gülümseyerek bakıp 'harika olur!' diye cıvıldamıştı. Sanki annem değilde, ablam yada en yakın arkadaşım gibiydi. O zamanlar herşeyi toz pembe görüyordum, herşey mükemmeldi, hayat daha iyi olamazdı benim için. Sonra hayat zalimce elimdeki herşeyi elimden tek tek almış ve beni yalnızlığımla baş başa bırakmıştı. Ağlayacağımı fark edince gözyaşlarını engellemek için başımı yukarı çevirdim ve gökyüzüne bakmamla gülümsemem bir oldu. Tam tepemde pofuduk ve beyaz bir bulut duruyordu, kalp şeklinde. Sanki oraya özenle yerleştirilmiş gibi. Bunun ağlamamam için bir işaret olduğunu düşünerek dolan gözlerimi sildim.

''Hey güzellik, naber?'' duyduğum sesle arkamı döndüm. Dört tane elleri bira şişeleriyle dolu çocuk, sırıtarak ve yürümeye çalışarak bana geliyorlardı. Telaşla etrafıma bakındım, burayı hatırlayamamıştım. Sanırım annemi düşünürken biraz fazla ilerlemiştim ve şimdi bilmediğim bir yerde, sarhoş dört adamla birlikteydim. Yalnız. Lanet olsun.

Hayat Seninle GüzelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin