Hayatımda tosladığım ve toslayacağımı düşündüğüm en yüksek duvara dokuz yaşında rastlamıştım.
Kendi halinde bir çocuktum, akranlarıma göre biraz ufak tefek ve eh, bir miktar da etime dolgun bir çocuktum lakin dışarıdan bakıldığında pek bir dolgun gözüküyormuşum herhalde, etrafımdaki diğer çocukların yargılayıcı bakışlarını fark edememiştim.
Bunu fark edişim biraz geç çokça da acılı olmuştu. Dokuz yaşındaydım.
Tek derdim çoktan dört dilim yediğim pastadan bir dilim de annemden habersiz yemekti, okuldan eve döndüğümde kardeşimden önce kumandayı kapmak ya da pazar sabahı ondan önce babamın her zaman oturduğu koltukta, onun kucağına yerleşmekti.
Mutlu, minik ve şey, şişman bir çocuktum.
Kimseye zararım yoktu ve hayatım boyunca unutmadığım bir utançla karşı karşıya kaldığımda da oldukça zararsızdım.
Haziran ayının son haftası bir cuma günüydü. Okul kapanalı neredeyse iki hafta oluyordu ve ben tüm gün evde kalıp Sumin'le kumanda kavgası yapmaktan oldukça memnundum. Sonuçta, annem kumandayı ona vermemi istediği her seferinde elinde içi çikolata parçalı kurabiye dolu bir tabakla çıkageliyordu ve eh, zaten Sumin'in izlediği çizgi filmleri ona söylemesem de ben de seviyordum. Benim için önemli olan sonunda mideme göndereceğim ılık hamurişleriydi. Gözüm her kavgada annemin mutfaktan bize yaklaşan adımlarında olurdu ve elbette, her zaman amacıma ulaşırdım.
Lakin olacağı varmış ya, o gün annemin temizlik günüydü ve öğleden sonra ısrarlarıma dayanamayıp verdiği birkaç bozuklukla beni kapı dışarı etmişti.
Nereye gideceğim konusunda pek fikrim yoktu. Oturduğumuz çevreye pek hakim olduğum da söylenemezdi. Bu yüzden ilk iş olarak alabileceğim birkaç tatlı şey için en iyi bildiğim yer olan iki sokak ötedeki markete gitmiştim. Sonrasında evin yolunu kaybetmekten biraz, çok azıcık korktuğum için etrafta çok dolanmadan bir sokak aşağıdaki parka alnımda biriken ter ve elimdeki yarısı yenmiş çikolatalı gofretle gitmiştim.
Belki okulumdan birkaç arkadaşımı görürdüm ve onlar da beni her ne oynuyorlarsa içine dahil ederlerdi, kim bilir, belki yorulduktan sonra hep beraber gidip birer dondurma yerdik ve bu oldukça güzel olurdu. En azından öyle ümit ediyordum ama pek şanslı biri olmadığım o günlerden belli olsa gerek, parka vardığımda arkadaşlarımdan hiçbiri gözüme ilişmemişti. Onun yerine basketbol sahası içinde gürültüyle maç yapan birkaç oğlan çocuğu gözüme ilişmişti ve yanlış olmasın, onlar da benimle aynı okuldan bir üst sınıflardan olmalılardı.
Eh, izlemekte hiçbir sakınca görmemiştim.
Bitirdiğim gofretin çöpünü o zamanlarda bile bilinçli bir çocuk olarak yakınlardaki bir çöp kutusuna atıp kaprimin cebine sıkıştırdığım karamelli çikolatayı açarken sahanın yanındaki banka oturdum.
Başta her şey iyiydi.
Çocuklar oyuna daldıkları için varlığımı bile fark etmemiş, bense heyecanla oradan oraya zıplayan topla beraber onları izlemiştim. Sonra, sonra ise oldukça yorulmuş olacaklar ki oyuna araya vermişlerdi ve işte, o an bilmesem de hayatımın ilk büyük aşağılanışı sadece birkaç dakika uzaklığımdaydı.
Önce biriyle gözlerim kesişmişti. Sonra iki, sonra üç ve beş derken en son, elinde tuttuğu basket topuyla beraber, onunla göz göze gelmiştim.
Jeon Jungkook.
Adını hala unutmam, dördüncü sınıflardan uzun boylu çocuk. Gerçi o zamanlar tüm insanlar benden daha uzundu ama evet, o da uzun sayılırdı işte. Bakışlarımız birkaç saniye birbirine kilitli kaldıktan sonra ben yüzümün her yerine bulaştığına emin olduğum çikolatayla bakışlarımı ondan çekmiş, sona sakladığım ve en en sevdiğim çikolatayı cebimden çıkarmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i loved a boy ☘ jikook
FanfictionPark Jimin, on yıl önceki o olayı unutamıyordu. Jeon Jungkook ise, eh, o sadece bazı şeyleri hatırlamakta o kadar da iyi değildi. jjk x pjm ☘