5- elinde bir asa, dayanma kapıma

11.5K 1.1K 839
                                    


O gün hayatımın bir peri masalının büyülü dokunuşuyla güzelleşeceğini falan düşünmüyordum. Sıradan bir gündü. Gözlerimi yatağımın kırışmış çarşafları arasında aralamış, tartıya çıktığımda aldığım beş yüz gramın çirkin sırıtışıyla devam etmiş ve Taehyung'un mısır gevreğinden önce sütü kaseye dökmesini bezmiş gözlerle izlemiştim. Kutudan hallice olduğunu düşündüğüm minik mutağımızda, aptal kızılın hemen karşısındaki gıcırdayan sandalyemde oturuyor, uyku mahmurluğuyla tam açılmamış şiş gözlerim ve yakası bollaşmış siyah tişörtümle henüz ocaktan alıp üzerine muz doğradığım yulaf lapasını kaşıklamaya hazırlanıyordum.

Dediğim gibi, büyülü bir dokunuş yoktu. Ekstrem bir durum yoktu. Her şey, her zamanki gibi monotondu ve o monotonluğu bozmaya yeminliymişcesine ısrarla titreyen telefonum tabloyu bozan tek şeydi.

Tabloyu bozuyordu çünkü telefonumun neden titrediğini biliyordum ve bunu bilen tek kişi de ben değildim. Taehyung, ağzına götürdüğü kaşıkla sinsi bir kıkırtı bıraktığında sıcak lapayı çiğnemekle meşguldüm.

"Günaydın mesajlarına mı başladınız şimdi de?" derken, sesi haylazdı. Pekala, Jungkook'la olan küçük geçmişimi anlattıktan sonra ona karşı biraz sinirli, biraz da mesafeli olabilirdi ama benimle dalga geçmek, elbette, dünya üzerinde bundan daha çok bayıldığı bir şey yoktu. "Yemeği bırak da cevaplasana."

"Saçmalama," İkinci bir kaşığı daha üzerindeki muzla ağzıma attım. "Niye öyle bir şey yapalım?"

Taehyung'un yüzündeki sırıtışı silmeden yumuşamaya başlamış mısır gevreğini yemesini izledim. Mesaj atanın Jungkook olduğunu elbette biliyordum, bazı şeyleri bilmek için hissetmek yeterli oluyordu ya, bu da o anlardan biriydi işte. Bilmediğim şey neden böyle çemberin içine düştüğümdü ve asıl sorun da, daha nereye kadar düşüp duracağımı bilmeyişimdi.

Günaydın. Bugün dersin var mı?

Beş kelimeden oluşan, sonuna da anlamlandıramadığım birkaç gülücüğün yer edindiği mesajı bildirim çubuğundan okuduğumda çoktan kahvaltımı bitirip üzerimi değiştirmiştim. Cevap verecektim, elbette verecektim çünkü onun aksine, hayatımın hiçbir döneminde kaba insanlardan biri olmamıştım. Sadece kendime biraz zaman tanıyor, beni içine almış bu çemberin kalın duvarlarını hissetmeye çalışırken bazı şeylerle yüzleşmeye çalışıyordum. Kolay bir iş değildi, takdir edersiniz ki, elbette öyle değildi.

İkinci bir mesaj ekranıma düştüğünde kapının önünde Taehyung'u bekliyordum.

Sanırım hala uyanmadın.

Ne kadar süre ekrana öylece baktım bilmiyorum, sonunda Taehyung henüz sıktığı parfümün canlı kokusu ve sırtına astığı deri çantasıyla yanıma geldiğinde, parmaklarım alışık olduğum bir hızla klavyenin üzerinde dolanmıştı.

En başında da belirttiğim ve belirtmekten asla sıkılmayacağım gibi, o gün hayatıma bir perinin büyülü asası dokunmadı. Hava mevsimin getirdiği gereklilikle giderek soğuyor, otobüs her zamanki gibi ter ve parfümün tuhaf birleşimiyle dolup taşıyor ve ben, Taehyung'un omzumda kestirmesine izin veriyordum. Her şey normaldi ve o normallik içinde, yine düşüncelerim peşim sıra dışarı çıkmak için çabalıyor, ete çarpan her bir dokunuşla orada olduklarını belli ediyorlardı.

Jungkook'a attığım mesaj kısaydı. Belki fazla kısa ve biraz da mesafeliydi. Ona attığım her mesaj biraz mesafeli gibiydi ama bununla bir derdi olduğunu sanmıyordum. Eh, onun bitmek tükenmeyen gülümsemelerinin aksine sadece 'geliyorum' yazmakla yetinmiştim ve sonunda iki nokta ve bir yaydan oluşan o yüz ifadesi de yoktu. Sadece tek bir kelimeydi ve o kelimeyi göndermemden kaç kalp atışı sonrasıydı bilmiyorum, belki iki, belki üç. Benim bir asır gibi süren cevap verme sürem aksine, onunki birkaç saniye içinde avuçlarım arasındaydı.

i loved a boy ☘ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin