12 - sor bana; belki de cevaplarım

8.7K 962 431
                                    

Bir gün önce, Jungkook'la oturduğum o bankta oturuyordum. İki avucum arasına sıkıştırdığım karton bardak kahvenin sıcaklığını tenime işliyordu ve bundan hoşlanmadığımı söyleyemezdim. Sıcaklık iyi hissettiriyordu. Hava yine soğuktu, elbette, kışa girmek üzere olduğumuz için bu gayet doğaldı, üzerimdeki buz mavisi bol kazağa sızan rüzgar içimi gıdıklıyordu fakat takıldığım bir ayrıntı değildi. O an, çıplak gövdelerini gizleme gereği duymayan ağaç dallarının yerdeki sarı yaprakları rüzgarla yerlerinden savruluyor, hışırtılarına uzaktan öten birkaç kuşun sesi karışıyordu. Hayır, bunlar da önemli ayrıntılar değildi. Sıradan bir görüntüydü. O dakikalarda, eğreti duran tek şey yanımda oturan beden ve bendim. Aramızdaki sessizlik, sakin bir boşluk değildi. İçindeki çatlaklar etime çarpıyordu. Bunu onun da hissettiğini, duyduğunu bir şekilde biliyordum fakat ikimiz de bunun hakkında hiçbir yorum yapmamıştık. Dışarıdan bir göz için iki arkadaş gibi duruyor olmalıydık, belki kahvelerini duyumlayan iki tanıdık, aramızdaki emniyetli boşluğa bakılırsa belki de henüz utangaçlığını üzerinden atamayan yeni bir çift(?) Bilmiyordum. Boğazımdan aşağı gönderdiğim siyah kahvenin güçsüz aroması dışında, hiçbir şey bilmiyordum o an.

Minhae, benimkinin aksine sütlü olan kahvesinden bir yudumu daha boğazından aşağı gönderirken kirpiklerim altından hareketlerini izlemeye devam ettim. Sabaha karşı aldığım mesajtan sonra beni buraya çağırmıştı ve ben de, gelmiştim işte. Aradan belki on, belki biraz daha fazla zaman geçmişti ama ikimiz de henüz tek kelime etmemiştik. Konuşmaya onun başlamasını beklediğim dakikaların sonunda, hafifçe yan dönerek bana baktığında, tamam, dedim kendi kendime. Başlıyoruz.

"Jimin," diyerek araladı dudaklarını, "lafı dolandırmayı seven tiplerden değilim, bu yüzden söylemek istediğim her şeyi açıkça söyleyeceğim ama önce, buraya gelmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim,"

Sesim, dilime yavan geldi, "önemli değil, ne hakkında konuşmak istiyorsun?"

"Tahmin etmek çokta zor olmamalı,"

Elbette, formaliteden sorduğum sorunun tabanı, tıpkı onun da söylediği gibi, tahmin etmesi çokta zor olmayan bir şeydi. Dudaklarım, aynı onunkiler gibi zorunlu bir tebessüm için büküldüğü sırada devam etmesi için bekledim.

"Gece attığım mesajdan başlasam iyi olacak sanırım. Bunun için de ayrıca üzgünüm, sadece bilirsin, gecenin bir vakti pek de sağlıklı düşündüğüm söylenemez. Bir anda attım ama evet, her neyse..." kahvesinden aldığı bir yudumla ara verdi, "Jungkook'u seviyorum, eh, çoktan biliyorsundur,"

"Biliyorum,"

"Jungkook'u çok, çok uzun zamandır seviyorum. Bilmiyorum, sanki ondan önceki hayatım hafızamdan silinip atılmış gibi ve bunu o da biliyor, herkes gibi, fakat bazı şeyleri bilmek pek de işe yaramıyor. Öyle değil mi?" derken gözlerinden geçen kederli rüzgar, dudaklarındaki titrek tebessüme karıştı.

Haklıydı. İşe yaramıyordu. Çoğu şeyde olduğu gibi, sadece kuru bir bilgi onu besleyecek bir sulama kabına sahip olmadığı sürece sadece çürümeye bırakılan önemsiz bir hiçlikten ibaret kalıyordu. Bu yüzden, kafamı sallayarak onaylamakta hiç gecikmedim. Yine de, dudaklarım herhangi bir kelime için mağarasını aralamadı. Söyleyecek bir şeyim yoktu, tıpkı ona verebileceğim bir şey olmadığı gibi.

"Bu yüzden açık olacağım. Jimin, onu seviyor musun?"

Bir süre boş boş gözlerine bakmaktan öteye gidemedim. Aklımdaki tüm o karmaşa bir an için durdu. Her şey silindi, zihnimdeki tüm o belgeler kapalı oldukları çekmecelerden dışarı fırladı. Tomarlarca kağıt bembeyaz kar taneleri gibi etrafa saçıldı ve ben, Minhae'nin kahve gözlerine bakarken düşündüm. Jungkook'u seviyor muyum, onu seviyor muyum? Görüntüler bir bir göz perdelerime serildi. Jungkook'tan utandığım anlar. Jungkook'a güldüğüm anlar. Jungkook'a kızgın olduğum, onu affedemediğim anlar. En çokta, bir gece önce parmaklarımı saran parmaklarının olduğu anılar. Onu seviyor muyum? Onu sevebilir miyim?

i loved a boy ☘ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin