"Anne?"
Telefonu açtığımda, tuvalet kabinlerinden birinin içindeydim; en sessiz sakin yer burası sayılırdı.
"Neden açmadın telefonumu?" diye hesap sordu, her zamanki otoriter sesiyle.
"Eee," boğazımı temizledim. Batırmadan bahanemi sunmalıydım ona, "ders çalışıyoruz ya. Sessize almıştım telefonu."
"Yalan söyleme, Asena. Meryem sizi Kozzy'de görmüş," dedi annem, sesindeki ciddiyetten ödün vermeden, "ne işiniz var orada?"
Allahın cezası kız, yine ne bok istiyordu da bizi ispiyonluyordu ya?
"Olur mu hiç, anne?" diye kendimi korumaya çalıştım hemen, "evdeyiz biz. Konum atarım istersen."
Neyse ki, annem konum paylaşımının, illa bulunduğumuz yerden olmayacağını bilmiyordu. "İyi. Bir de resim at. Yanlış görmüş herhalde."
"Öyle olmuş olmalı. Atarım," deyip kapattım telefonu. Çok stresliydim. Anneme yakalanırsam, bir daha hayatta güvenmezdi bana; çünkü bende gördüğü en iyi özelliğim, sözde dürüstlüğümdü.
Telefonu kapatır kapatmaz, anneme Merve'nin evinin konumunu yolladım. "N'oldu?" Merve elini yıkarken, bana döndü merakla, "bir sorun var mı?"
"Meryem gerizekalısı bizi görmüş burada, anneme yetiştirmiş. Konum atıyorum," dedim gergin bir tavırla. "Bir de resim istedi. Neyse ki ders kitaplarım yanımda," çantamdan test kitaplarını çıkardım ve arasına da kalemimi koydum. Çantamı omzuma asıp, kalemi elime aldıktan sonra, kalemkutusunu da bir kenara koyup, kitabın fotoğrafını çektiğim gibi anneme yolladım.
Fatma Sultan:
👍👍👍Göz devirdim. O kadar uğraşın üzerine, bari bir teşekkür etseydin be anne!
"Başka yere gidelim o zaman," diye konuştu Merve, sakin bir sesle, "olur mu?"
Nefesimi havaya -stresimden kurtulacağımı umarak- sertçe geri verdim. Ona başımı salladım. Lavabodan çıkacakken, -içeride kimsenin olmadığını görüp- elimi kapıya koydum ve onu durdurur durdurmaz, dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Öpüşüme karşılık verdi. Yumuşak dudaklarını emerken, istemsizce gülümsedim ve geri çekildim.
"Taksim'e gidelim mi?" dedim bir anda. "Meryem karşı yakaya geçmez. Orada zaten pek tanıdık yoktur."
Başını salladı. "Tamam, şuradan çıkalım görünmeden," derken bıyık altından sırıttı; sanki hoşuna gidiyordu panik davranmam.
"Ne gülüyorsun kızım ya? Annem burada olduğumuzu yakalarsa, bir daha asla göremezsin yüzümü," diyerek, elimde kalan kitaplarımı ve kalemkutusunu çantamın içine sıkıştırdım.
Merve, parmağıyla dudaklarını bir kenardan, ötekine doğru -fermuar misali- kapattı. "Tamam tamam, sustum."
Başımı -seninle ne yapacağım ben dercesine- hafifçe iki yana salladım ve kapıyı açtım. Merve'yle birlikte lavabodan ayrılınca, çok oyalanmadan alışveriş merkezinin çıkışına yürümüştük. Merve, hemen arabasının kilidini açtı. Koltuğa oturduğumda, rahat bir nefes aldım. Bir de şu kızdan kaçmak çıkmıştı yani başıma! Niye böyle anormal bir komşuya sahiptim? Karşı dairemde oturan, Dilruba'yı hiç görmüyordum mesela; Instagramdaki gönderisine bakılırsa, Eskişehir'e gitmişti. Biraz onun gibi olsa, ne olurdu sanki?
Merve, arabayı çalıştırıp yola koyuldu. Otoyola çıktığımızda, aklımda hala annem vardı. Orada da olmadık bir anda arayıp, bir şey sormazdı diye umuyordum. Aksi takdirde, anneme senelerdir söylediğim ufak yalanlar serüvenim bir anda sona erirdi ve ben de bir müddet, Meryem gibi ev hapsine mahkum kalırdım.
Köprüden geçtikten sonra, kısa süre içinde Taksim'e gelmiştik. Bu arada, yol boyunca da Havana, Thunder ve Rude dinlemiştik radyodan; bu parçalar bizim için bir klasikti.
Merve, arabasını boş bir kaldırım kenarına park etti. Arabadan indik. Bana döndü. "İstiklal'de yürüyelim mi?"
Başımı sallayınca, meydanın üzerinden caddeye doğru ilerledik. Rastgele adımlıyorduk. Merve, koluma girdi ve kulağıma yaklaştı. "Elini tutabilir miyim?"
Bir anda kalbim pır pır etti; öyle ki sesini duydum kulaklarımın içinde.
"Etraftakiler?" diyerek, biraz çekindim. Amerika'da yaşamıyorduk sonuçta. Taksim de olsa, manyak homofobiğin teki kesin bula bula bizi bulurdu ve olay çıkarırdı.
Merve omuz silkti ve elini cebinin içine koydu. "Bence bir kişilik daha yer var," güldü ve elinin olduğu ceket cebini işaret etti.
Kıkırtı eşliğinde, elimi, cebinin içine soktum ve ellerimizi buluşturdum. Benimkiler gibi soğuk değildi; sıcacıktı eli, huzurlu hissettiriyordu.
"Gel, şuraya girelim," der demez beni Sortie Accessories isimli bir takıcıya soktu Merve.
O anda, gözüme girişteki saatler takıldı. "Ayrı ayrı bakalım mı?" diyerek ona döndüm hemen, "beğendiklerimizi birbirimize gösteririz sonra."
Merve -bana uyar dercesine- başını sallamakla yetindi ve takıların olduğu bölmeye ilerledi. Ben de bunu fırsat bilip, hemen saatlerin olduğu köşeye gittim. Her renkten saat vardı, ama Merve koyu renkleri seviyordu. Bu yüzden elime gri ve siyah olanları alıp, özenle inceledim. Sonunda, metal siyah kaplamalı, şık bir saat beğenmiştim. Eminim ki bileğinde çok güzel duracaktı.
Merve görmeden, kasada ödemesini yaptım ve hediye paketine sardırdım. Eh, gerçekten çok şanslıydım çünkü Merve hala takılara bakıyordu. Hediye paketini çantama saklayıp, yanına yürüdüm. "Neler beğendin?"
"Şunu buldum," elime pembe ve unicorn baskılı, ince bir bere uzattı. "Çok şeker, değil mi? Beğenirsin dedim."
Güldüm. "Evet, güzelmiş."
Gülümsedi ve öteki elindeki iki yüzüğü de avucumun içine bıraktı. "Bunlar da var."
Şaşkınlığımı oldukça belli eden bir ifadeyle, bir Merve'ye, bir de elimde duran takılara baktım. "Nereden çıktı bu bir örnek yüzükler?" derken, avucumdaki gümüş rengi ve taç şeklinde süsü olan yüzükleri inceliyordum.
Bana öpücük gönderdi. "Bizim için."
Histerikçe kıkırdamaya başladım birden. Durum böyle olunca, aklıma onda kaldığım gece gelmişti tabi. O gün de deli gibi gülmüştüm. Gülmem kesildi bir anlığına.
"O kadar mı çirkin?" diye dudak büzdü Merve; yüzümün düştüğünü yakalamış olmalıydı. Hemen bir gülümseme koydum suratıma. Artık yazılacak yeni sayfalar vardı, böyle anlaşmıştık biz!
Merve'ye sarıldım ve yanaklarını elimle sıkarak, kocaman bir öpücük verdim ona. "Hayır, sen çok sevimlisin sadece. Teşekkür ederim."
Merve, hafifçe gülümsedi ve kasada, alacaklarının ödemesini halletti. Dükkandan çıkarken bereyi kafama geçirdi. "Elini ver," dedi, ardından. Dediğini yapıp, elimi avucuna koydum. Yüzüklerden birini, nazikçe parmağıma taktı ve yanağımı okşadı. "Yakıştı." Sırıttım. Bana beklentiyle baktı. "Sen beğenmedin galiba bir şey?" Caddede yürüyorduk bir yandan.
Dudağımı ısırdım. Daha önce kimseye hediye vermemiştim ben. Ne zaman, nasıl yapılır da bilmiyordum o nedenle. En iyisi daha fazla gecikmeden yapmak, diyerek, çantamı elime aldım ve içindeki hediye paketini yakaladım. Merve, meraklı bakışlarla beni izlerken, tuttuğum paketi çıkardım ve ona uzattım. "Ben de sana bir şey aldım," dedim utanarak, "burada," eline tutuşturdum paketi.
"Ne zaman aldın bunu ya?" Merve, gözleri parlaya parlaya, kare biçimli hediye paketini açtı. Saati gördüğünde, yüzündeki gülümseme daha da büyümüştü. "Yaa, inanmıyorum," bana belimden sıkıca sarıldı, "çok güzel. Çok tatlısın," yanağımı öptü. "Yerim seni, yerim! Çok teşekkür ederim, güzelim benim."
Gülümsedim. "Bu da benden olsun dedim," diye ekledim, "beraber, yeni zamanlara."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
📚Hon'ya ⚢
Teen Fictionİşi almam uzun sürmedi. Kitapçıyı işleten, Alya Kızıltan isimli genç bir kadındı. Yeni açmış burayı, bir sene olmuş daha. Çalışan aranıyormuş hala da. Üzerime kitapçının adı -Hon'ya- ve logosunun baskısıyla süslü bir tişört verdikten sonra hazırdım...