Annem buluşmamıza şüpheci yaklaşmamıştı, neyse ki. Gerçi kadının aklından ne geçiyor bilmiyordum ama sınav sonucumu öğrendikten sonra, bu konuda pek de düşünmeyeceğini umdum. Odama dönünce, üzerime siyah bir tişört ve gri bir hırka aldım, altıma da kot pantolon giydim. Bugünün güzelliğiyle, parfümümü sıktıktan sonra, biraz da makyaj yapmaya karar verdimm. Çantama -bir anda yüzde beşe düşmeye meyilli telefonumun bataryası olur da biter diye- şarj makinemi ve cüzdanımı koyup, çantayı sırtıma astım ve aynada kendimi izledim.
Saçlarım çok uzamıştı; bir ara kestirmem gerekiyordu. Merve her ne kadar istemese de, bakımı çok zor oluyordu.
Hazır olduğumda, odadan çıktım ve girişe yürüdüm. Batuhan odasında olmalıydı. Annem ve babam salonda -bir yaz klasiği yaparak- karpuz-peynir yiyor, televizyon izliyordu. Onlara döndüm. "Ben çıkıyorum," diye haber verdim. Merve daha aramamıştı ama parkta biraz takılırdım en fazla.
"Tamam, kızım. Gecikme," dedi babam çıkmadan önce. Ona başımı sallayarak, kapıyı açtım ve evden ayrıldım.
Asansörle üç kat aşağı inip, bloktan dışarı adımladığımda, yönümü birkaç metre ötedeki çocuk parkına çevirdim. Oraya varınca, salıncağa oturdum ve hafif hafif sallanmaya başladım.
O sırada, sitenin girişinde Dilruba'yı gördüm. Gözleri yaşlıydı ve yüzü kızarmıştı. Bu tarafa gelirken, onunla konuşup konuşmamak arasında kaldım ve sonunda vazgeçtim; çok kötü görünüyordu, sanki tek ihtiyacı olan biraz teselli gibiydi. Ayrılık acısı zordu.
Diyen de sanki çok yaşadı, dedi beni bozmaktan hoşlanan iç sesim. Şom ağızlı, yaşamayacağım tabi!
Dilruba beni gördü ama hiçbir tepki vermeden, C Bloğuna ilerlemeye devam etti. Ben de önüme döndüm ve kulaklıklarımı telefona bağlayıp, listemden rastgele bir müzik açtım. Merve'nin favorisi olduğundan yüklediğim, Imagine Dragons grubunun Thunder adlı parçası çalmaya başladı.
Bir yandan klibini izlerken, öte yandan şarkıya eşlik ederek, salıncakta yavaşça sallanmayı sürdürdüm.
Birkaç saniye olmuştu ki, birinin beni kolları arasına sarmasıyla, korkudan yerimde sıçradım ama burnuma yayılan tanıdık papatya kokusu, bu kolların sevgilime ait olduğunu hatırlattı. "Arayacaktım tam da ama gerek kalmamış," dedi geri çekilirken, "ne dinliyorsun?"
Merve her zamanki gibi makyajsız olsa da çok güzel görünüyordu. Saçlarını iki yandan ayırıp, balık sırtı örmüştü ve üzerinde kot gömlek ile siyah bir pantolon vardı. Ayaklarına da bir çift Nike marka siyah spor ayakkabı giymişti.
Ona telefonumun ekranını gösterince, yüzüne bir memnuniyet gülümsemesi yayıldı. "Vaay, favorim demek," deyip, elimi tuttu ve beni yerimden kaldırdı. Uzun ve sıkı bir sarılışın ardından, birlikte çıkışa yürüdük.
"Arabanla mı geldin?" diye sordum, ondan uzaklaşmak istemezcesine yanına sokularak adımlarken.
"Evet, özlemişim onu da. Canım arabam," dedi hasretli hasretli, biraz alayla. Kafasını bana çevirdi. "Kahve içmeye Kadıköy'e gidelim mi?"
Omuz silktim. Oraya uğramayalı bayağı olmuştu kitapçıda çalışmayı bıraktıktan sonra. Yine de Kadıköy benim için bu sene artık yürünemeyecek kadar kalabalık bir ilçeden daha anlamlıydı; Merve ile tanışmama neden olmuştu. "Olur."
Sitenin önüne park edilmiş siyah Renault Clio'nun ön koltuğuna, Merve'nin yanına oturdum. Merve de sürücü koltuğuna geçip, hemen arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı.
Radyoyu açıp, Number1 kanalını bulana kadar kanalları değiştirdim. Pink'ten Just Give Me A Reason çalıyordu.
Öte yandan, Merve Minibüs Caddesi'nin ilerisinden, Bağdat Caddesi'ne bağlanmıştı. Akşam akşam bayağı trafik vardı yollarda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
📚Hon'ya ⚢
Teen Fictionİşi almam uzun sürmedi. Kitapçıyı işleten, Alya Kızıltan isimli genç bir kadındı. Yeni açmış burayı, bir sene olmuş daha. Çalışan aranıyormuş hala da. Üzerime kitapçının adı -Hon'ya- ve logosunun baskısıyla süslü bir tişört verdikten sonra hazırdım...