12.1

1.7K 81 19
                                    

Nihayet derslerim başlıyordu. Merve ile bir hafta önce Eskişehir'den dönmüştük. Onun derslerinin başlamasına beş gün vardı daha. İlk dönem derslerim genellikle hukuka girişle alakalıydı ve bugün oryantasyona katılacaktım. Ufak bir kız çocuğunun ilkokula başlaması misali, epeyi heyecanlıydım üniversiteye gideceğime.

Yeni şeyler her zaman böyledir, diye öttü bilmiş iç sesim. Biraz zaman geçince sıkılıp hevesini kaybedeceksin, tatlım.

Kes be sen de!

Bilgisayardan ders programıma baktım. Normalde saat dokuzda ATA1020 kodlu Atatürk İlke ve İnkılapları dersine girmem gerekiyordu ama konferans salonunda toplanmamızı istiyordular. Bu dönem aldığım dersler yedi taneydi.

"Heyecanlı mısın?" diyerek yanıma oturdu Merve, kahvesinden yudumlarken.

"Evet, yeni ortamlara ayak uydurmak beni biraz geriyor bir de," dedim iç çektikten sonra.

Sabah erkenden hazırlanıp, üzerimi giyinmiştim. Yanıma aldığım çantaya da kalem kutusuyla bir tane not defteri koymuştum. Kampüs Göztepede'ydi ve Minibüs Caddesi üzerinde olduğundan, çok acele etmem gerekmiyordu.

"Alışırsın, merak etme. Fakülteniz hakkında bilgi verirler bugün," diye gülümsedi Merve, destek olmak istercesine.

Gülümsedim. Merve'nin bu sene üçüncü yılıydı ve yakında mezun olacaktı. Bazen benden büyük olması bana yol gösterebildiği için işime geliyordu.

"Hadi, iç sen de kahveni de birazdan yola çıkalım. Benim derslerim başlayınca, çakışmazsalar seni yine bırakırım böyle; olmadı hemen minibüsle gidebilirsin."

Başımı salladım ve bilgisayarı kapatıp, kahvemi bitirdikten sonra onunla beraber ayaklandım. Merve de çantasını aldı ve ayakkabılarımızı giyip, daireden ayrıldık.

Üniversitedeki işim sandığımdan kısa sürmüştü. Bir buçuk saatlik bir oryantasyon konuşmasıyla fakültemiz, dekan, eğitimciler ve danışmanlar hakkında bilgi vermişlerdi. Etraftaki herkes kendi halinde olduğundan, pek sohbete girişmeden, direkt kampüs çıkışına yürümeye karar verdim. O sırada da, haber vermek
için Merve'yi aradım.

"Sevgilim," dedim aramayı açınca, "ben çıktım. Daha uzun sürer sanıyordum."

Güldü. "Tamam, güzelim. Birkaç dakikaya seni almak için gelirim."

"Yok çıkma, ben minibüse atlar dönerim. Çok açım, haberin olsun," diye güldüm.

"Dışarı çıkarız o zaman. Görüşürüz, bebeğim. Öptüm," deyip bir öpücük attı telefona.

Ben de onun gibi öpücük sesi çıkardım ve gülümsedim. "Görüşürüz, Mervem."

Cadde üzerinden, Kozyatağı istikametine giden bir minibüs durdurdum ve ücreti ödeyip, boş bir koltuğa oturdum.

Öğrendiğim kadarıyla, derslerimi alacağım fakülte Üskürdar'daki hukuk fakültesindeymiş. Neyse ki yirmi dakikalık uzaktaydı orası da. Otobüsle uğraşmak yerine Über çağırıp gitmeyi düşünüyordum. Kredi ve banka kartımı artık teslim almıştım sonuçta!

Eve döndüğümde, ikinci kata çıktım ve beni kapıda bekleyen kız arkadaşıma sıkıca sarıldım. "Çok geçmedi ama hemen özledim seni," dedim kokusunu içime çeke çeke, "keşke aynı okulda olsaydık."

Merve, yanağımı okşayarak öptü ve beni içeri alıp, kapıyı kapattı. "Keşke. Ben de seni çok özledim. Ayrıca sen yokken bir şey yaptım," diye muzipçe güldü, "umarım seversin," derken elimi tuttu ve beni salona götürdü.

Salonun ortasında mor bir köpek yatağı ve bu yatakta yatan kahverengi bir Pomeranian Boo vardı. Minik köpeğin kafası öyle tüylü ve tombuldu ki neredeyse pamuk şekerine benziyordu.

"Oha!" Sesli bir sevinç çığlığı attım ufacık köpeği görür görmez. "Bu nereden geldi? İnanamıyorum, Merve!"

Köpek bizi görünce koltuğundan zıplamış ve paytak adımlarla ayağımızın dibine kadar gelmişti. Mutlulukla havaya doğru atlarken, garip sesler çıkarıyor ve havlıyordu.

Kıkırdadım ve eğilip yumuşak başını okşadım. "Ne zaman aldın?" dedim Merve'ye dönerek, "sana dokunmayacak mı tüyleri?"

"Alerji ilaçlarımı daha sık almam gerekecek ama hallederim," diye omuz silkti Merve, hafifçe gülerek. "Sürpriz olsun dedim. Bu oyuncu köpeği komutları kolay öğrendiklerinden seçtim. Dişileri regl olduklarından erkek aldım. Bir de çok tatlılar tabi. Ayrıca sahibine çok bağlı ama inatçılarmış, veteriner öyle dedi. Sahibini iyice tanımazsa pek söz dinlemiyormuş."

Güldüm. Merve de benim kadar heyecanlı görünüyordu. "Senin gibi yani."

"Ben mi?" dedi şaşkın bir tavırla, "çok ayıp. Dediğini ikiletmiyorum halbuki."

"Tabi ya, inatçısın. İstemediğin bir şey oldu mu hayatta geri adım atmıyorsun," diyerek omuz silktim. "Oğlak burcuna taş çıkarırsın bana kalırsa."

Bana dil çıkardı. "Köpeğimize bir isim koymalıyız," dedi ardından, eğilerek pofuduk köpeği biraz uzaktan okşarken. "Şu tüylerini de sen fırçalarsın. Çok tüy döküyorlarmış. Beni hapşırık krizine sokabilir."

Güldüm ve yavaşça başımı salladım. "Fırçalarım sorun yok da neden bu cinsi seçtin ki o zaman?"

Dudağını aşağı sarkıttı. "Bilmiyorum. Bu kadar tatlı olduğu için beni kolayca kandırdı!"

Güldüm. "Ben yeterli bakımını yaparım, endişelenme sen, sevgilim."

Gülümsedi ve yerinde doğruldu. "Peki, adı ne olsun? Bence Çiko ya da Kahve olabilir."

"Bilmiyorum," dedim biraz kararsızca, "ikimizi anlatan bir şey olsun istiyorum."

Merve aklına harika bir fikir gelmiş gibi sırıttı. "Unicorn nasıl? Çok mu cins durur? Uni diye de kısaltabiliriz belki."

Kıkırdadım. Tamam, belki ucundan birazcık garipti ama bize ait bir şeydi. "Çok güzel olur!" diye güldüm, "ona unicornlu giysiler ve tokalar falan da alabiliriz."

Güldü. "Bayağı sevdin bu işi sen."

"Evet, o artık bizim bebeğimiz," dedim ufak tüy yumağını kafasından severek. Merve bir köşeye mamasını ve suyunu hazırlamıştı.

"Pekala, bebeğimiz biraz bizi beklesin o zaman. Ben de bu sırada sevgilimi Taksim'de yemek yemeye götüreyim, olur mu?"

📚Hon'ya ⚢Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin