"Daha kaç dakika kapıda böyle dikileceğiz?" Bu bir içeri davet edişti sanırım. Egemen tarzıyla. Tabi bunun nedeni kapıyı açtığından beri yüzüne anlamsız bir şekilde uzun uzun bakmamdan da kaynaklanıyor olabilirdi. Gözümün içine baktığı an hala ona bir cevap vermediğimi fark ettim. "Ben komşu olduğumuzu bilmiyordum."
"İçeri geç Hazan." İsmimi bildiğinden haberim yoktu. Bana hep hanımefendi demişti. Küçük hanım da var tabi bu sesleniş biçimlerinin arasında ki benim en sevdiğim seslenişi buydu. Ama artık yeni bir favorim vardı. Hazan. İsmim onun ağzından çıkarken öyle bir hal almıştı ki sanki tüm yaşantım boyunca bu ada sahip olmamışım gibiydi. Öyle bir ahenk...
"Hadi Hazan." Onun yanındayken kendime gelmem uzun zaman alıyordu. İçeri geçtim. Arkam dönükken açıklama yapma kararı aldım. Çünkü gözlerine bakarken bir açıklama yapmaya çalışsam ne hallere düşeceğimi tahmin edebiliyordum. Tir tir titreyecektim. Kekelemeye başlayacaktım. Kendimi tanıyordum.
"Ben anahtarımı unutmuşum. Evin içinde." Arkam dönükken de konuşmadığımız ve saçmaladığımı fark ettim. Gelip gelmediğini kontrol etmek için hızlıca arkamı döndüğüm esnada karşımda duruyordu. Burnum göğsüne değerken o eşsiz kokusunun etkisiyle düşecekmiş hissine kapıldım. Bu bir histen ibaret olmamalı ki onun elini belimde hissettim. Dokunduğu yerlerde parmak izlerinin çıkmasını umuyordum. Tek düşünebildiğim buydu. Böyle bir şeyin tesadüfen olduğunu ve hayatım boyunca bana bir daha dokunmayacağı ihtimalini düşünmek beni bu noktaya getiriyordu.
Öksürmesiyle beraber yeniden kendime geldim. Kendimi dikleştirirken o da elini belimden çekti. Onun elleri olmadan ayakta kalmak şu saatten sonra bana zor geliyordu. Benim bu saatten sonra konuşamayacağımı anlamış olacak ki "Yan komşunun çilingir olabileceğini düşündün sen de." dedi. Ne dediğine dikkat etmeden gülmeye başlamıştım. Çünkü onun dudağının kenarında oluşan çarpık gülümseme beni bunu yapmaya itmişti.
Bir anda ne dediği beynime şimşek gibi çaktı. "Ne? Tabiki hayır. Kardeşim yedek anahtarı getirene kadar yani bir iki saatçik kadar burada oturabilir miyim? Sizin işiniz varsa rahatsız etmem, bir kenarda sessizce otururum."
"Kaç şekerli içersin?" Dediğim cümleyle bağlantısını kurmaya çalışıyordum. Ama hiçbir bağlantı yoktu. Koltuğa şekerli mi oturacaktım. Ne diyordu bu herif? "Ne? Yani pardon. Ne demek istediniz Yağız Bey?"
"İlk olarak çayı soruyorum. İkinci olarak da şirket sınırlarında olmadığımızda bana bey diye hitap etmek zorunda değilsin. Farkındasın değil mi?" Arkasını dönüp giderken bir cevap beklemediğini anladım. En azından son sorusuna bir cevap beklemiyordu. "İki şekerli." dedim arkasından. Hazır burada yoktu, etrafı incelemenin bir zararı olmazdı. İçki şişelerinden gözümü çekebildiğim an cama doğru yöneldim. Benim evimde de güzel bir manzara vardı. Ama bu manzara bir başka duruyordu. Belki onun buraya bakması fikriydi bu manzarayı güzel kılan. Elim cama doğru gitti. Yavaşça cama dokunurken aklımdan geçen tek şey gözlerinin buradaki her şeye değmiş olmasıydı.
Sıradan bir manzarayı kıskanmıştım. Sırf bu manzaraya bakıp beni bir türlü göremediği için onu kıskanmıştım. "Ne var yani bana da bir kez bakmak istediği için baksa? Hiçbir neden yokken."
"Hazan?" Elinde çaylarla yanıma geliyordu. Çayı bana uzatırken konuşmaya devam etti. "Bir şey mi diyordun, duymadım." Kafamı olumsuz anlamında salladım. O da sorgulamadan koltuğa oturdu. Elimde çay kalakalmıştım. İşin kötüsü elim de yanıyordu. Başka çare kalmadığından gittim ve karşı koltuğa oturdum. Çayı da önümde duran büyük camdan sehpaya koydum. Elime üflememek için zor duruyordum. Ama şu an yapmadığım tek rezillik bu olduğu için kendimi tuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİT
Ficção Adolescente"Senden başkası umrumda değil. Senden başkası yok. Senden öncesi ve senden sonrası var. Ben senden öncesini umursamıyorum. Senden sonrası da ancak seninle olur. Anla bunu." Karşımda duran adama inanmak istiyordum. Ama inanamıyordum. Nasıl bu ha...