MFB/Bölüm 9

1.2K 52 4
                                    

Keyifli okumalar!

Genellikle insanların çocukluk yıllarında kendilerince oyunlar üretmesi, arkadaşlar arasında 'ooo piti piti...' diye sayıp adaletli davranmaları, mahalle maçlarında takımların maç sonrası kendilerine sundukları ödüllerinin olması veya kız çocuklarının bez bebeklerini kendi çocuklarıymış gibi şefkatle kolları arasına alıp kurguladıkları oyunları oynamaları masumluklarını ortaya seriyor. Aynı zamanda yeteneklerini de...
Çocuk olmak güzel ama diğer yandan da zordur... Tek dertleri mahalledeki arkadaşlarıyla kısa süreli yaşadıkları küskünlüktür. Birbirlerine laf atmaları, 'seni annene söyleyeceğim' demeleri veya iki grup arasında kalan birinin, tarafını seçemeyip birbirine ettikleri lafları taşıması, neredeyse herkesin yaşamış olduğu veya şahitlik ettiği şeylerdir. Ve bunlar saydığım örneklerden yalnızca birkaç tanesi. Kim arkadaşıyla küs kalabilir ki? Misal siz hiç otuz yaşına gelmiş birinin çocukluk arkadaşıyla yaşadığı küskünlüğü yıllarca sürdürdüğünü gördünüz mü? Ben hiç görmedim.
Masumluğu ve gerçeği bir çocuktan öğrenebiliriz. Ona hayallerini sorduğumuzda cevaplarıyla gülümsetiyorsa bu masumluğunu, şaşırtıyorsa olayın veya aslında daha çok hayatın gerçekliğini gösterir. Çocuklar korktuklarında yalan söylerler. Onları doğru yetiştirirsek ne korktuklarında söyleyecekleri yalanları olur ne de başka bir şey...
İnsanoğlunun içindeki sevgi sınırlı değildir. Birini sevme kotamızın olduğunu düşünsenize... Saçmalık! Herkes içinde sayısız sevgi barındırır. İnsanlar birbirine karşı hoş davranışlar sergileseler kavga-gürültü asla olmaz. Keşke insanlar biraz daha duyarlı ve sevgi dolu olabilseler...
Ve Çimnaz... Yeni yeni çıkmaya başlayan saçlarını şapkayla örtme gereksinimi duymuş olan, kömür gözlü, esmer ve zayıf bir kız. Adını öğrendiğimde garip bir ifade takınmış olsam da çok sevmiştim. Anlamı, baştan aşağı naz demekmiş. ''Huyunun adı gibi olacağını hiç tahmin etmemiştim.'' diyen kızı gibi kömür gözlü annesi epey yorgun görünüyordu. Yalın, Çimnaz'ın doktorundan kısa süreliğine izin aldıktan sonra aracını park ettiği yerden hastane önüne çekti.
Nuray'ın yanına gidip olanları aktardıktan sonra cevabını bir süre beklemiştim. Onu tek başına bırakacağım düşüncesine kapıldığımda vazgeçer gibi olmuştum. Yalın'a gelemeyeceğimi söylemek için adımımı attığımda Nuray seslendi. ''Bir çocuğun mutlu olmasından daha önemli ne olabilir ki bu hayatta?'' Cevabı üzerine yanına yaklaşıp öptüm. ''Hem ağrılarım yüzünden uyumak istiyorum. Boş boş yanımda bekleyeceğine git bence.'' Gülerek söylüyor olsaydı inanmayacaktım sözlerine. Ancak ciddiydi ve yüzünü ağrısından buruşturmuştu. Halbuki kalmam gerekiyordu ama bedenim hareket etmemi engelleyecek gibi olsa da ruhum sanki Yalın ile birlikte gidecekti. Nuray'ın söylediklerinden sonra harekete geçip odadan çıktım. Kapıyı kapatmadan Nuray seslendi. ''Fotoğraf çekmeyi unutma!'' Gülümseyişimle birlikte kapıyı kapattım. Nuray, bazı anların ölümsüzleştirilmesi gerektiğini savunur dururdu. Birlikte ne yaparsak yapalım mutlaka ya fotoğraf çekerdi ya da yanında her zaman taşıdığı defterine neler olduğunu yazardı. Güzel bir huy edinmişti bence. Bazen hafızlarımız haberimizin olmasına izin vermeden silip süpürür bazı şeyleri. Hatırlanması gereken şeylerin kalıcı olması için edindiği bu alışkanlığı her zaman takdir etmişimdir.
Çimnaz ve annesi arka koltukta yerlerini almışlardı. Yalın'ın yanındaki koltuğa oturacağım düşüncesi organlarımı harekete geçirmişti. Midem ve kalbim arasında hunharca gelip giden bir gıdıklanma hissiyatı vardı. İşin doğrusu epey garip hissetmiştim.
Yol boyunca Yalın ve Çimnaz arasındaki diyaloğu tebessüm ederek dinledim. ''Yalın abi, orada atlı karıncalar var, değil mi?'' Ses tonu ve konuşmasından, çok heyecanlı olduğunu anladım. Onlar kimdi, Yalın nereden tanıyordu ve neden bunu yapıyordu bilmek istemiştim. Ancak gerekmedikçe konuşmamayı tercih ediyordum.
''Elbette.'' diye yanıtladı Yalın. Sanki uyuyan birini uyandırmamak istermişçesine çıkmıştı sesi. Çimnaz halinden epey memnun görünüyordu. Bende öyle. Ancak heyecandan mıdır bilinmez kalbimde ufaktan bir acı hissediyordum. Yüz ifademin değiştiğini anladığımda bakışlarımı dışarıya çevirdim. Neyse ki kısa sürmüştü. ''...değil mi Bahar?'' Olamaz! Sözlerinin başını kaçırmıştım.
''Özür dilerim, bir kez daha söyler misin?'' Ricamın karşılığını Çimnaz'dan almıştım.
''O dedi ki, orada çarpışan arabalar da varmış, birlikte binebileceğimizi söyledi.'' Onu tanıyalı henüz yarım saat kadar olmuştu. Ancak bana karşı yaklaşımı oldukça samimiydi. ''Ayrıca sen iyi misin?'' diye sordu. Şaşkınlıkla başımı salladım. Beni sağ tarafta bulunan aynadan görüyordu. Bende onu tabii.
Yalın endişeli bakışlarla hem yola hem de bana bakıyordu. Ardından konuşmaya başladı. ''Çimnaz'ın sorusuna sesli bir yanıt alamadık. Sen iyi misin, Bahar?'' Bununla neden bu kadar ilgilendiklerini anlamadım. Alt tarafı arada bir beni ziyarete gelen acılardı. Stres veya heyecan anımda beni hatırladığını belli ediyordu.
''Tabii ki de iyiyim. Yalnızca birkaç şey düşünüyordum.'' diye yanıtladım. Açıklamaya yapma zorunluluğu hissiyatından bazen nefret ediyordum.
Çimnaz beni şaşırtmaya devam ediyordu. ''İnsanların düşüncelerinin bir kısmının hayal olduğunu duymuştum.'' Bunu ben niye duymamıştım? ''Yani düşüncelerin gerçeklik payı ona inandığımızdan kaynaklıymış.''
Devamını getirmesine izin vermeden konuştum. ''Haklısın ve doğru bildin. Orada ne yapabiliriz diye düşünüyordum. Yani hayal ediyordum canım.''
Yalın lunaparkın yakınlarında bir yere arabayı park ederken konuştu. ''Hayal bile edemeyeceğiniz kadar güzel bir gün olacak. Eğlenmenize bakın.'' Herkes arabadan inerken ben, inmekte tereddüt etmiştim. Çünkü garip bir şekilde titriyordum. Evet, bu kesinlikle heyecandandı. Sonunda kendime komut vererek arabadan indim. Çimnaz'ın annesi bana şaşkınlıkla bakıyordu. Adını hâlâ bilmiyordum. Sormamak için direniyordum. Bir nedeni yok...
Nihayet lunaparka adım atmıştık. Çimnaz atlı karıncaların olduğu yere doğru koşar adımlarla ilerledi. Annesi de büyük bir dikkatle yanında duruyordu. Yalın biletleri almak için yanımızdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra geldi. ''Yalın, havanın soğuk olduğunun farkındasın, değil mi?'' Kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. ''Ciddi misin?'' diye sordum.
Gülümsedi ve başını Çimnaz ve annesinin olduğu yere çevirerek ''Samimiyetin hepimizi ısıtıyor, Bahar.'' dedi. Tekrar bana dönüp bakışlarını çevirdi. ''Sadece üşüyen sen olmalısın.'' O an kolları arasına alıp 'gel, ben seni ısıtırım' dediğini düşünmüş olmamın bir delilik olduğunu itiraf edebilirim. Ki aslına bakarsanız hayallere dalıp çıkmam saniyelikti. Ancak o an havanın olmayan soğukluğu içime işlemişti. Çimnaz haklıydı, düşüncelerimizin hayal kısmına inanıyorduk. Yalın da düşüncelerime hayal olarak karışıyordu ve ben buna inanmaya başlamıştım. Diyecek herhangi bir şey bulamadığım sırada Çimnaz Yalın'a seslendi. ''Geliyorum!'' Omzuma bir kez dokunup birlikte adım atıp yürümemizi sağladı. Çimnaz Yalın'a el sallarken annesi büyük bir ilgiyle ona bakıyordu. Belki de minnettarlıktandı, ancak adını bilmediğim güzel kadına karşı pekte ısınamamıştım. ''Birsel, iyi bir anne.'' dedi. ''Onu ortaokuldan beri tanıyorum. Aslında yıllar sonra yeniden karşılaştık.'' Gözleri onlar üzerindeydi. Bana bakmadan sözlerine yine devam etti. ''Muayene için gittiğim hastanede karşılaştık. Bir kızı olduğundan haberim yoktu. Onun adına çok sevindim. Çimnaz gerçekten iyi bir kız. Ancak ikisinin şanssızlıkları etraflarını sarmış olmalı. Yıllardır hastalıkla savaş veriyorlar. Umarım kızı hayata tutunabilir.'' O sırada bedenini bana çevirip gözlerimin içine baktı. ''Onu nasıl mutlu edebilirim?'' Sorusunun içinde dolu dolu umut sezmiştim.
Aynı umutla yanıt verebilmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. ''Mutluluğun tanımı bir çocuk için farklıdır. Bunu ona sormalısın.'' dedim. ''Mutluluk sarhoşu olması gerekmiyor. O şu an çok mutlu görünüyor ve buna sende eşlik edebilirsin. O sırada da nasıl hissettiğini sorarsın.'' Doğru şeyler demeye çalışıyordum. Ve sanırım başarmıştım da... Yalın'ın ciddi yüz ifadesi tebessümü ile yok olmuştu. Her an birbirimize sarılacak gibi duruyorduk. O an ondan uzak durmam gerektiğini kendime hatırlattım. Ancak bu, o gün gerçekten de imkansızdı.
''Dönme dolaba binmeye ne dersin?'' Ben ona şaşkınlıkla bakarken yüzüne gülümsemesini iyice yaydı. ''Lütfen.'' Başımı evet anlamında salladıktan sonra onu takip ettim. Dönme dolabın durmasını beklerken gözüm ellerine takıldı. Gerçekten delirdiğimi düşünebilirsiniz ama ellerine karşı bir takıntım oluşuyor gibiydi. Elleri üzerinde belirginleşen damarları resmen 'ben buradayım' diyordu. Ve sonunda ellerine yermişçesine baktığımı fark ettiğinde bakışlarımı çevirdim. Sanırım hiç bu kadar utanmamıştım. Sonunda dönme dolap durmuştu. İnenleri bekledikten sonra kabine bindi. Birkaç dakika öncesinde hayranlıkla baktığım elini bana doğru uzattı. Saniyeler sonrasında bana uzattığı elini tuttum ve kabine adımımı attım. Dönme dolabın hareket etmesi biraz zaman almıştı. Nihayet içimi gıdıklayan hareketlilik gerçekleşmişti. Gökyüzüne, bulutlara neredeyse ulaşabileceğim düşüncesiyle gülümsedim. O sırada omuzlarım üzerine örtülen sıcak bir ceket ürpermeme sebep oldu. Parmaklarını birbirine geçirip öne doğru eğildi. Kabinin her tarafı kapalıydı. Tehlike arz etmiyordu. Bu nedenle rahattık. Ancak yine de tedbir amaçlı bulunan kemerleri belimize takmıştık. Daha doğrusu takmıştım. O taktıktan saniyeler sonra çıkartmıştı. Üzerimdeki kadife ceketin kokusu başımı döndürmüştü adeta. Kokusu tanıdık birini anımsatıyordu. Ancak anımsattığı kişi kimdi, hatırlayamıyordum. Ve dakikalardır duymadığım sesi kulaklarıma yeniden ulaştı. ''Şimdi nasılsın?'' Başımı aşağı yukarı sallayıp gülümsedim. Aklıma Nuray geldiğinde elimi çantamın içine attım. Telefonu çıkarttım ve kamerayı açtım. İstanbul'un her yerini göremiyordum belki ama gördüğüm kadarıyla bile mutlu olabiliyordum. Dönme dolabın bizi maviliğe doğru çıkarışına tek başıma eşlik etmiyordum. Bana, maviliğe eşlik eden Yalın ve onun gökyüzü gibi görünen gözleri de benimle birlikteydi. Pek bir şey konuşmamıştık ama her an konuşacakmış gibi duruyorduk, ikimizde. Arada bir bakışlarımı telefon ekranından çevirip yüzüne bakıyordum. Sanırım ne yaptığımı merak ediyor olmalıydı. Anın tadını çıkartmak gerekirken ben ekrana gözlerimi dikmiş kayıt yapıyordum. Dönme dolap son turunu atmak için bir kez daha bizi yukarı doğru çıkarırken elimdeki telefonu aldı ve videoyu kapattı. Bir an ne olduğunu anlayamadım. Dönemin son derece popüler telefonuydu, i8910. Kullandığım ikinci bir telefondu. Babama çıktığı günden beri ısrarlarımı öpücüklerimle birlikte arz etmiş, sonunda aldırmıştım. Taksitle almıştık elbette. Çalışmaya başladığımda taksitleri benim ödeyeceğime dair söz vermiştim. Ancak babamın anneme 'ben öderim, cebinde kalsın parası' demesini işittiğimde suçluluk duymuştum. Birçok şeyle uğraşırken başına bir de benim telefon taksitlerim çıkmıştı. Neyse ki ısrarcı ve inatçı ruhumla buna engel olacaktım. O taksitleri ben ödeyecektim!
Yalın telefonda birkaç yere bastıktan sonra omzuma dokundu ve bedenini bana biraz daha yakınlaştırdı. ''Gülümse!'' Telefonun kamerasına doğru bakıp gülümsedim. Çektikten sonra ekrana bir kez baktı ve telefonumu bana uzattı. İtiraz edemediğim bu şey beni ciddi anlamda mutlu etmişti. Bakışlarımı ona doğru yönelttiğimde o çoktan gözlerini yüzümde gezintiye çıkartmıştı. Onu ve aslında daha çok kendimi anlamaya çalışıyordum. O gerçekten çok güzeldi ve ben bunu kendime itiraf etmekte zorlanıyordum. Üstelik feminist ruhum benden ayrılma kararı alacak gibiydi, her an. Ayrılma kararını erteleyecek olan dönme dolabın durmasıydı ve sonunda durabilmişti. Omuzlarımdaki ceketi düzeltip kabin kapısını onu beklemeden açtım ve adımımı attım. Derin bir nefes alıp soludum. ''Gondol?'' Cümle yoktu, cümleye gerek yoktu. Tek bir kelime ile sorusunu sormuştu. Gondol, lunaparktaki favori oyuncaklarımdan biriydi. Rüya'yı zorla getirir, gondoldan indikten sonra ağlamasına sebep olurdum. Aslında korkmuyordu, alışmıştı. Ancak ağladıktan sonra onu susturmak için ne isterse almak zorunda kalıyordum. Bu da onun işine geliyordu. Tek başıma orada bulunmamın hiçbir eğlenceli yanı yoktu. Yanımdaki ne kadar bağırırsa bende o kadar bağırıyordum. Eğlenceliydi işte, belki de biraz delilikti. Ve ben buna hayır diyemezdim. Yalın'a cevap vermeden gondolun olduğu yere doğru ilerledim. Oraya vardığımda arkamı döndüm ve Yalın'ın arkamda olmadığını fark ettim. Lunapark kalabalık olmadığı için onu bulmam zor olmadı. Çimnaz ve annesiyle konuşuyor, bir yandan Çimnaz'ı kolları arasına alıyordu. İstemsizce yüzümde tebessüm oluştuğunda bana doğru baktı. Gülümsemeye devam edip etmeme konusunda kararsız kalmış, yerimde biraz kımıldamıştım. Onlara sırtımı dönüp bakışlarımı oyuncaklara çevirdim. Aksi taktirde herkesin içinde tir tir titreyen biri gibi değil de, garip hareketler sergileyen sıyrık biri gibi görünürdüm. Belki de ben yine kurgulamaya başlamıştım, hepsi bu. Bir süre sonra onlara döndüğüm sırtıma dokunulmasıyla irkildim. ''Kusura bakma, geciktim.'' Benden farksız kalmayan kırmızı bir burun ile oldukça sevimli görünüyordu. Omzumdaki ceketin sahibine artık verilmesi gerektiğini düşündüm. Alıp ona uzatırken meltemin beni kolları arasına almasına şaşırmamıştım. ''Ne oldu?'' diye sordu. ''Sende kalabilir.''
''Birileri benden daha çok üşümüş gibi.'' Dudaklarım yana kıvrılırken yutkundu. Dediğimi henüz anlayamamıştı ki devam ettim. ''Burnun 'üşüyorum' diyor.''
Elini burnuna doğru götürdü ve saniyeler sonra indirdi. ''O öyle söylüyor, ben değil.'' dedi. ''Ben üşümüyorum, gerçekten.'' Elinde duran ceketi omuzlarıma bıraktı. Ardından bakışları gondoldan inenlere takıldı. ''Hadi!'' Elimden tuttu ve beni peşinden sürükledi. Gerçekten de üşümemiş olmalıydı, elleri ellerimi tek bir dokunmayla ısıtmıştı.
Oyuncağa binip yerimize oturduk. Tam ortadaydık. Elimi tuttuğunu fark ettiğinde yavaşça bıraktı. Makinenin hareket etmesini beklerken konuştum. ''Çimnaz nasılmış?''
Parmakları saçlar arasında gezindi. ''Gayet iyi. Annesiyle vakit geçirmesinin daha uygun olduğunu düşündüm. Bu nedenle o, annesiyle.'' dedi. ''Ancak yorulmaması gerek, bilirsin.''
''Onun adına üzgünüm, umarım iyileşebilir.'' Başıyla onaylayıp makiniste baktı. Bizimle birlikte üç kişi daha yerini aldığında makine çalıştı. Lunapark sonrasında, hatta eve döndüğümde hasta olup olmayacağımı merak ediyordum. Olursam annem başımın etini yiyecekti, olmazsam kesinlikle büyük bir başarıya imza atmış olacaktım. Soğuğa kaldıktan kısa bir süre sonra hasta olmamam neredeyse imkansızdı. Annemin devamlı ıhlamur takviyelerinden gına gelmişti. Ama bu defa açıkça söyleyebilirim ki hasta olmamıştım. Sanırım Yalın'ın ceketi sihirliydi ve beni korumuştu.
Farklılaştığının farkında olan birinin bunu bozuntuya vermeyişi 'bir de bunu denemeliyim' diyememe şeklidir. Kendimi o modda hissediyor, bunu bozuntuya vemiyor, üstelik keyif alıyordum. Ancak kendime bir şeyleri hatırlatmaktan da geri duramıyordum. Rüya'yı uyarır gibi kendime kah kızıyor kah öğütler veriyordum. Kesinlikle posterlere bakmamın delilik olduğunu düşünenler bunu bir kez daha düşünmeliydiler. Ben kendi içimde yaşattığım o şey her neyse, arkadaş olmaya çalışıyor gibiydim. Ve yine benim içimde var olan, yaşadığım tüm o hislere ve zihnimde kendine taht kurmaya çalışan düşüncelere yalnızca bir günlüğüne rapor yazmıştım. Bir günleri vardı. Ertesi gün hiçbir şey olmamış, kesinlikle hiçbir şey yaşamamış olarak hatırlamalıydım. Daha doğrusu hafızamdan yok etmeliydim. Unutmalıydım! Ne onun ellerini, ne masmavi gözlerini, ne de sihirli ceketini hatırlamalıydım. Gece yatmadan en az yarım saat Justin Timberlake posterlerimle bakmalıydım. Evet, bunu yapmalıydım. Aksi taktirde Çimnaz'ın duyduğu o düşüncelerin hayal kısmıyla kendimi iyice kaptırabilir, diğer her şeyi unutabilirdim. Bir keresinde okuduğum roman karakterinin intihar etmesinden sonra kendimi üç gün üç gece boyunca ağlarken bulmuştum. Gerçek olmadığını bilmeme rağmen, okuduklarıma o kadar inanmıştım ki, daha çok gözyaşı dökmeme ramak kalmıştı. Nuray'ın bu konuda bana yardımcı olmasıyla kafayı sıyırmaktan kıl payı kurtulmuştum. Gondol maceramızın başında henüz her şey normaldi. Yavaşça hareket ediyor olması bir beşikten farksızdı. Gözlerimi kapatıp bu mutluluğu dibine kadar yaşamaya başlayacaktım ki, birinin çığlığı tüm ambiyansı yok etti. ''Durdurun!'' diyordu. Henüz olması gereken hıza gelmemişti bile! Yalın ve ben birbirimize şaşkınlıkla bakarken kadın bir kez daha söyledi. ''Durdurun!'' Ne yazık ki isteği olumlu olarak sonuçlanmadı. Gondol hızlanmaya devam etti. O sırada yanında duran adam kolunu kadının omzuna attı. Güvende olduğunu bir nebze de olsa hissettiğine adım gibi eminim. Dikkatimi dağıtan bu olaydan sonra toparlandım. Ancak bir sorun vardı. Bağıramıyordum! Gözlerimi kapatmak ve belki de bunu omzuna başımı yaslayarak yapmak istiyordum. Tıpkı hemen önümüzde bulunan çift gibi... Ben yalnızca gözlerimi kapatmayı tercih etmiştim elbette. Gondolun durmasına yakın gözlerimi açtım ve soluma, ona doğru döndüm. Gözleri benim üzerimdeydi. Kim bilir ne kadar süredir bana bakıyordu. Gondol nihayet durmuştu ama o bana bakmayı bir an olsun bırakmamıştı. Yalın'ın da komut düğmesi mi vardı acaba? Belki de gondol hareket halindeyken, rüzgarın esintisiyle donup kalmıştı... Pekala, mübalağa yapmayacağım.
Saçlarımın rüzgarda kargaşaya uğramasını saygıyla karşılayabilirim, ancak ben yüzüme düşen her saçı geriye çekerken inadına yeniden görüş açımı kapatmasına tahammülüm yoktu. Gondol hareket etmeyi kesince donuk bedenini kımıldattı. Eli yüzüme karşı hücüm halindeydi. Taarruza geçmem gerekiyor muydu bilmiyorum ama bana karşı gelen bu el düşman gibi görünmüyordu. Gözlerim önüne düşen birkaç saçı tutup arkaya yavaşça bırakıyordu. Yaptığı şeyin farkında mıydı diye soracak olursanız cevabım hayır olacaktır. Makinistin gelmesiyle birlikte o da kendine geldi. Yerimizden kımıldayıp gondoldan aşağı indik. Hızla Çimnaz ve annesinin olduğu yere vardık. Çimnaz elindeki pamuk şekeri yediğini sanıyor gibiydi ama resmen pamuk şeker onu yemişti. Çimnaz, Yalın'a yaklaşıp konuştu. ''Çarpışan arabalara binmek için sizi bekledik. Öyle daha eğlenceli olmaz mı?'' Yalın diyeceği şeyi düşünürken o devam etti. ''Hemen, şimdi gitmiyoruz, değil mi?'' dedi. ''Bu son. Söz, sonra gideceğiz.'' Yalın başıyla onaylamadan önce annesine döndü. Ondan izni aldıktan sonra çarpışan arabaların olduğu yere doğru hep beraber ilerledik. ''Pembe olan benim!'' Çimnaz, gözüne kestirdiği pembe arabayı işaret etti. Biletleri görevliye verdikten sonra girşimizi sağladı. Çimnaz'ın annesi dahil hepimiz yerimizi almıştık. Başlamasını beklememiz çok kısa sürdü. Sonrasında ise herkes Çimnaz'ın yaşına bürünüp çarpışan arabanın verdiği mutlulukla kahkaha atmaya, anın tadını çıkarmaya başladı. Yalın Çimnaz ile kapışıyordu, Çimnaz'ın annesi ile de ben... Yüzünde herhangi bir ifade görmemeye çalışıyordum, nedenini bilmeden. Sadece aracına çarpıp kendimi geri çekiyordum. Ardından karışık bir şekilde araçlarımızı çarpıştırmaya başladık. Yalın yönünü bana çevirdiğinde kendimi hazırladım. O sırada Çimnaz'ın annesinin çığlığı ile kapışmamız başlamadan sona erdi. Çimnaz fenalaşmış, olduğu yerde bayılmıştı. Yalın çarpışan arabadan hızla inip Çimnaz'ın yanına koştu. Bende görevliye oyuncakları durdurması için haber verdim. O, Çimnaz'ı bir hışımla kucağına alırken annesi gözyaşı seline çoktan kapılmıştı. Arabaya doğru ilerlerken bir eli kalbi üzerindeydi. Anne yüreği... Acımıştı belli ki. Belki de acısını hiçbir zaman anlayamayacaktım. Canının yanmasını, en çokta canım dediği kızının gözleri önünde canının yanmasını kaldırmakta güçlük çekişini anlayamacaktım...

Mefhum | Fasl-ı Bahar (İlk Aşk-İlk Duygu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin