Aile Hikayesi 6

91 17 33
                                    


  Çayın altına su çektikten sonra, geri gelip Mustafa'nın yanında kendine bir yer bulup oturdu. Mustafa söze girişmeye karar verdi.

"Ee nereye doğru gidiyordun böyle. Beni mi karşılayacaktın yoksa? Çok yakışıklı olmuşsun."

"Bir yere gittiğimden özellikle bir durumdan dolayı değil. Öyle bugünlük bir kendime bakayım dedim. Biraz dolaşacaktım belki bakkala falan uğrar yiyecek bir şeyler alırım diye düşünüyordum." Dedi Şükrü. İçgüdüsel olarak bir şey söyleme gereği duymadı. Olanları anlatmakla anlatmamak arasında kalmamıştı bile. Gözü bir yandan polara doğru yönelirken bir yandan da Mustafa'ya odaklanıyordu. Anlatmak istememişti sadece. Ben bir güzele vuruldum demekten korkuyordu. Onu başka kulaklardan bile saklamak geliyordu içinden. Aslında böyle bir heyecanını paylaşmak için can atardı normalde fakat bu farklıydı. Piyango bileti vuran düşük gelirli bir emekli gibi saklanıyordu gözlerden. Değerlisini koruma güdüsüydü bu. O günlerde onun için en değerli şey de buydu.

  Kalkıp çayı getirdi. Bardaklara doldurdu. Çaylarını içerken sohbete devam ettiler. Mustafa okumak için Ankara'ya gitmişti zamanında. Şükrü ile arkadaşlıkları, yıllara dayanıyordu. Bir geçmiş vardı aralarında. İlkokul sıralarından, sokaklarda top oynamaya ve birilerine karşı birlikte kavga etmelerine kadar... Her şeyi beraber yaşamışlardı. Mustafa'nın Ankara'ya akrabalarının yanına gitmesiyle araları biraz açılmış olsa da eski ama sağlam dostlardı. İkisi de birbiri için değerliydi. Okulundan karıştığı bir kavga sonucunda uzaklaştırılan Mustafa, ailesinin de isteğiyle tekrar köye dönmüştü fakat ne ailesiyle ne de başka bir tanıdığı veya akrabasıyla arası iyiydi. Sadece Şükrü'ye güvenebiliyor onunla iletişime geçiyordu.

  Ankara'da olanlar hakkında bir süre hararetli bir sohbete girişip bardaktan son yudumunu çeken Mustafa, yavaşça ayağa doğru kalktı.

"Bana müsaade"

"Nereye gidiyorsun?"

"Biraz dolaşacağım. Bakayım buralar nereler. Kimler var... Biraz keşfe çıkayım... Sen de gel istersen?"

  Şükrü bunu biraz düşündü. Arkadaşıyla birlikte Süreyya'ya görünse ne olurdu ki. Bir şey olmaz herhalde diye düşünerek kafasıyla onayladı. Gidip bir aynada kendini süzdü. Gayet bakımlı gözüküyordu. Saçlarını tutturmak için bir saç jölesi almayı düşündü. Limon ile ne kadar tutturulursa, o kadar tutturmuştu saçlarını.

  Sokağın başına çıkarken kafası sürekli hayatının bulunduğu eve doğru yöneliyordu. Çok da dik bakmaktan çekindiği için Mustafa'yı sol tarafına almış onunla konuşurken suratına bakarmışçasına, çaktırmadan Süreyya'nın evine doğru bakıyordu. Hiçbir hareket göremedi. Merkeze doğru yürüyorlardı. Merkez; iki tane çay bahçesinin olduğu, bozuk yolların bir süreliğine bittiği, Cuma günleri pazar kurulan bir alanın bulunduğu, sağda solda birkaç yemek yerinin, eski hayrat çeşmesinin ve sağlı sollu birçok eski tahta binaların bulunduğu fakat çok da kalabalık olmayan sakin bir yerdi. Rakıf Çay Bahçesi'ne doğru gittiler. Şükrü'nün daha önce de tercih ettiği, tatlı bir işletici olan Rakıf Ağabey'in yeriydi. Bu babacan ve sıcakkanlı insanın çayını içmek, zaman zaman hoş sohbet etmek Şükrü'nün sevdiği şeylerdendi. Çay bahçesine giriş yaptıklarında bir ses duyuldu

"Ooo Şükrü hoş geldin. Ne yaptın ev işini hallettin mi? Yoksun bayağıdır... İki laf günlerdir belinin kırılması için bekliyor oğlum. Başka bir yere mi gidiyorsun diyeceğim ama başka bir yer de yok ki" diyerek Şükrü'nün arkasından yaklaşıp omzuna bir kolunu atıp durdurdu. Şükrü hemen arkasını dönüp

Hangisi Ben? Dissosiyatif Kimlik BozukluğuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin