Aile Hikayesi -9-

22 6 8
                                    


  Arkasından sadece bakakalmıştı. O an için ne diyebileceği ne de yapabileceği bir şey vardı. Kolları, elleri, ayakları tüm vücudu donmuştu. Tek fark ettiği göz kapaklarıydı. Kapanıp açılıyor, kapanıp açılıyor... Onun gidişini izliyordu. Rüzgarın suratına çarptığını fark etti. Bunun sebebi belliydi fakat o ne biliyor ne de bilmek istiyordu. Asıl sebebi kızarmış olan yüzü, hızlanan kan akışıydı. Hafif esen bir rüzgarı dahi hissedebilecek kadar yanıyordu suratı.
Uzun bir süre kendine gelemedi. Mustafa'nın seslenmesi ile irkildi.

"Hadi eve gidelim kardeşim... Hayırlı uğurlu olsun" bunu duyunca tekrardan ilk defa öğrenmiş gibi heyecanlandı. Hiç bundan sonrasını düşünmemişti. 'Ee şimdi ne olacak? Akışına bırakmak sanırım en iyisi' diye içinden geçirecekti birazdan fakat her saniyesi ilginç derecede heyecanlı ve alelade geçiyordu. Çok fazla hissedemiyor basit şeyleri dahi düşünmeden geçiyordu. Farklı bir durumdu, anlamlandıramıyordu fakat bu durumdan rahatsız da değildi.

  Mustafa ile birlikte eve doğru hareket ettiler. Yolda yürürken gözleriyle ayaklarının uçlarını takip ediyordu. Bir adım sağ, bir adım sol, sonra tekrar sol yapıp zıplıyordu. Çocuk olmuştu. Aşk onu çocuk yapmıştı. Aşk böyle bir şeydi. Karşılığını bulursan çocuklar gibi şen olursun. Oynar zıplarsın neşe içinde dolaşırsın fakat bulamazsan... Yaşlanır git gide erirsin. Yapman gerekenleri yapamaz sevinemez gülemez birilerine muhtaç bir şekilde yaşarsın ve o birileri asla gelmez. Ona muhtaç olursun ama o gelmez. Bu yatalak durum senin enerjini çeker sömürür. Şükrü şanslıydı. Aşkına karşılık buldu. Fakat her şey bu kadar mıydı?

  Süreyya hızlıca arkasına bile bakmadan ilerlerken biraz yavaş ve düşünceli bir biçimde Leyla da onun peşinden gidiyordu. Yakalamak üzereydi fakat yakalamıyordu. Bu düşünceli durum nelere gebeydi? Leyla, kendini eksik hissediyordu. Eksikliğini başkasının fazlalığından anlamıştı. Bir kıyaslama ile boş geçen ömrünü fark etti. Gözler bağlanmıyor kulaklar tıkanmıyordu. Başkalarının mutluluğu, kısa vadede güzel olsa da akşam kafasını yastığa koyduğunda, sabah kalktığında neler yaşayacaktı? Bu gördüklerinden uzak şeyler mi? Evet, kesinlikle öyle...

  Babası yoktu. Köy yerinde böyle yaşamak ise çok zordu. Küçük yaşlardan itibaren babasız olması onu bir üst figüre hasret bırakıyordu. Bu durum küçük yerleşim yerlerinde çevresel bir baskı olarak karşısına çıkıyordu. Sürekli durdurulma, telkinde bulunulma gibi baskıcı durumlarla karşılaşıyordu. Bir arkadaşı vardı her şeyini paylaştığı onu da eller alıyordu.

  Akşam olmuş herkes evlerine dağılmıştı. Süreyya, o küçük kırmızı tahta kapısının arkasında hayallere dalmış ürkek bir biçimde oturup penceresinden dışarıyı izlerken; Şükrü, Mustafa ile evde oturmuş çay içip sohbet ediyordu.

  Leyla, Süreyya ile ayrılıp eve geldiğinde annesi çoktan yemeği hazırlamış onu beklemeye koyulmuştu. Sofraya oturup merkezde yaptıklarını üstün körü anlattı. Yemek faslı bitince Nazmiye Teyze:

"Ben artan çorbayı yeni taşınan genç çocuğa götüreceğim." Dedi Leyla bunu duyunca irkildi.

"Çocuk açtır. Bekar sonuçta, yemek yapmayı beceremez. Hem sevaptır." Dedikten sonra tencereyi tekrar ısıtmaya götürdü. Çorbayı alıp çıkacakken Leyla:

"Ben de geleyim anne. Hava alayım azıcık ev üstüme üstüme geliyor." Dedi ve annesi ile beraber kapıya yöneldi. Neden böyle yaptığını bilmiyordu. Sadece gitmek istedi. Beraber çıktılar Şükrü'nün evinin kapısının önüne geldiklerinde Leyla kendine çeki düzen verdi. Kapıyı çaldılar.

  Mustafa ile içeride sohbet eden Şükrü'nün kafası kendinde değildi. Sohbet ediyordu ama aslında sadece geçiştiriyordu. Mustafa konu ile alakasız bir biçimde 

"Ben de ona öyle dememesi gerektiğini söyledim." Dedi. Şükrü,

"İyi yapmışsın" diye karşılık verince

"Anlıyorum kafan dağınık. Tamam, sakin ol. Akışına bırak artık dünyaya geri dön. Aklında neler var biliyorum. Soru işaretleri ile dolusun farkındayım fakat zamana bırak artık düşünme."

"Haklısın da ne bileyim. Hala şoktayım. Kendime gelemedim. Her neyse tamam. İyiyim şu an sorun yok." Konuşma devam ederken kapı çaldı.

Şükrü, kapıyı açmak için yöneldi.

Nazmiye Teyze:

"Evladım hoş geldiniz. Biraz çorba yaptım onu getirdim sıcak sıcak içersiniz. Tasın tabağın var mı? Varsa boşalt ver tencereyi yoksa kalsın"
"Teşekkür ederim hoş bulduk. Var tabii çok sağ olun. Şimdi tencereyi veriyorum." Dedikten sonra içeri doğru gitti. Bu sırada uzaktan Ayşe Teyze'yi gören Nazmiye Teyze el salladıktan sonra Leyla'ya dönüp

"Sen tencereyi alırsın. Ben bir Ayşe'yi göreyim."

Kafasıyla onaylayan Leyla, Şükrü'yü beklemeye koyuldu. İçeriden geri dönen Şükrü

"Annen nereye gitti?" diye şaşkınlıkla sordu

"Ayşe Teyze'yi gördü onun yanına gitti." Dedi. Bir süre yere bakan Leyla

"Süreyya'yı seviyor musun gerçekten?"

"Şey... Evet tabii ki seviyorum." Şaşkınlığını gizleyemedi.

"Neden sordun?" diye ekledikten sonra hafif kaşlarını çattı.

"Bilmem merak ettim sadece. Güzel bir şey olsa gerek?" dedi kafası hafif yere eğikken kaşlarını kaldırarak.

"Evet, sevmek çok güzel. Hele bir de karşılıklıysa, sevilirken sevmek harika ötesi bir şey oluyor."

Leyla bir süre duraksadı. Şükrü'ye bakıp kafasını tekrar yere eğdi. Hafifçe kafasını sallayıp onayladıktan sonra

"Ben Leyla bu arada. Hoş geldin mahallemize."

"Hoş bulduk. Memnun oldum Leyla. Ben de Şükrü"

  Leyla ile Şükrü'nün ilk tanışmasıydı bu. Daha önce birbirlerini görmüşlerdi fakat Şükrü ilk defa fark etmişti. Çorba tenceresini Leyla'ya doğru uzattı. Leyla, tencereye doğru hızlı bir hamle yaptı. Eli tencerenin sıcak olan kenarına denk geldi. "Ah!" sesi ile tencereyi geri bıraktı. Tencere yere düşmeden Şükrü alıp arkasındaki ayakkabılarını koyduğu sehpanın üzerine bıraktı.

"Yandı mı?" dedi heyecanla. "İyi misin?" Hemen elini tutup baktı. Ufak bir kızarıklık vardı.

"Geçmiş olsun. Yoğurt sür eve gidince. Çok yakmış gibi gözükmüyor ama sen yine de yoğurt sür eve geçince."

"Tamam, teşekkür ederim. Görüşürüz." Dedi eline üfleyerek tencereyi de almadan uzaklaştı.

  Penceresinden mahalleyi izleyen Süreyya; Nazmiye Teyze ve Leyla'yı gördü. Nereye gidiyorlar diye merak etse de camı açıp konuşası yoktu. Hayaller kuruyordu her zamanki gibi. Pencerenin sol kenar tahtasının boyası kalkmıştı. Bir parmağı ile o boyayla oynarken düşünmeye devam ediyordu. Şoktaydı fakat bu durum hoşuna da gidiyordu. Hayat ona farklı bir şey sunmuştu. Beklenmedik bir şey. Küçük bir köyde de olsan büyük bir şehirde de; zengin de olsan fakir de her şekilde herkesin eşit şekilde yaşayabileceği bir duyguydu bu.

  Penceresinin ufak tahtası ile oynarken Nazmiye Teyze'nin tek başına geçtiğini fark etti. Hemen yanında Ayşe Teyze vardı. Leyla nerede diye bakmak için hafifçe kafasını çevirip baktığında Leyla'nın arkasının dönük olduğunu ve Şükrü ile konuştuğunu gördü. Bu sırada Şükrü, Leyla'nın elini tutuyordu. Aralarında bir şeyler konuştuklarını gördükten sonra kafasını hemen önüne çevirdi. Anlam veremedi. Düşünemedi dahi. Neden? Ellerini neden tuttu ki? Yüreği kabarmıştı. Ne düşüneceğini dahi bilmiyordu. Hiçbir anlamı yoktu bu olanların.

DEVAM EDECEK

Hangisi Ben? Dissosiyatif Kimlik BozukluğuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin