Kendi oyunumda kendi duygularıma yenik düştüm. Niall'a olan duygularım her şeyden üstün mü? Yoksa basit bir gençlik aşkı mı? Bunu bile anlayamadan nasıl harekete geçebilirim. Eğlence için hayatımı cehenneme çevirmeyi göze alabilir miyim?
Niall'ın beni bıraktığı tuvalette halen o şekilde bekliyordum. Ne kadar bekledim bilmiyorum. Saniyelerce, dakikalarca, saatlerce... Zaman gözyaşlarım gibi akıp gidiyordu. Ve geri getirmek imkansız. Şimdi gitmek zorunda mısın? Zaman vermez misin? Babam gibi sende gitmek zorunda mısın? Aslında seninde gidişini izlemek zorunda mıyım?
Aniden tuvaletten çıkıp etrafa bakmaya başladım. Buralar da olmalıydı. Lütfen gitmemiş ol. Bir daha buna cesaret edemeyebilirim. Pizzacıda olmadığını anladığımda hızla caddeye çıktım. Etrafıma deli gibi bakıyordum ama gözlerim görmeyi umduğu yüzü göremiyordu. Gitmişti. Bir kez daha terk edilmiştim. Ve bunu öylece izledim.
Öylece yürümeye başladım caddede. Bu pizzacıya bir daha geleceğimi sanmıyordum. Belki gelmeliydim. Lanet olası bir puşt olmadığımı göstermek için! Kendi kendime gülmeye başladım yolda öylece. Şimdi hasta olan bendim. Ve o lanet olası çakma sarışından daha da hastaydım. Tedavimse beni terk etmişti.
Sarsak sarsak bir süre yürüdükten sonra dar sokaklara girmiştim. Ve içimdeki umut yeniden parlamaya başladı onu görmemle. Gitme! Gitmemelisin Harry! O da baban gibi. Herkes baban gibi. Kimse sözünde durmaz. Kimse seni sevmez. Seni olduğun gibi kabul ederiz derler ama bu sözleri bile seni değişmeye teşvik eder. Bütün her şey bir oyun. Senin piyon olduğun bir oyun.
Tam arkamı dönüp başka bir sokaktan gitmeye karar vermiştim ki arkamdan gelen sesler yerime mıhlandım. Ayaklarım gitmiyordu. Aslında ne olduğu tahmin edilebiliyordu ama bakmak istemiyordum. Bakarsam yanına gideceğimi biliyordum. Ve vücudum yine beni dinlemeyip arkasından gelen sese baktı. Yere yığılmıştı! Bir an bile düşünmeden Niall'ın yere yığılan vücudunun yanına gittim. Bem beyaz olmuştu. Onu burada bırakamazdım. En azından bir şekilde bazı hatalarımı telafi edebilirdim. Yavaşça Niall'ın vücudunun altına soktum ellerimi. Kaldırmaya çalıştım ama bu sarışın göründüğünden bin kat daha ağırdı. İlk kaldırışımda başarısız oldum. Onu gelinlerini gerdek odasına sokan kocalar gibi taşıyamayacağıma karar verince omzuma almaya karar verdim. Niall'ı doğrultup omzuma aldım. Kaslı kollarım vardır ama bu çocuk kesinlikle kıyafetlerinin altında birşey saklıyordu.
Niall'ı motorla götüremeyeceğime emin olduğumdan taksi çevirdim. Arka koltuğa koyarken yanlışlıkla kafasını vurdum. Ama hiç hissetmediğine emindim. Bende ön koltuğa oturup evimin adresini verdim taksiciye. Açlıktan bayıldığına emindim. Omzuma aldığımdan beri midesinden garip sesler geliyordu. Sanki haftalardır ağzından yemek geçmiyor gibi sesler çıkıyordu.
Evin önüne gelince taksiciye parasını verince Niall'ı arka taraftan çıkarmaya çalıştım. Aç olmasına rağmen öküz gibi ağırdı. Fark etmeyeceğinden ayaklarından tutup arabadan sürükleyerek çıkardım. Hunharca çıkarmadım. Tam olarak hunharca değildi kafasına falan dikkat ettim. Taksiden çıkarınca bu sefer düzgün kucaklayıp Niall'ı yavaşça eve soktum. Midesindeki sesler sanki bir çığ düşüyor gibiydi. Niall'ı eve sokar sokmaz yatağıma yatırdım. Yüzünü hiç bu kadar çok incelememiştim. Yüzünü tabi ki binlerce kez görmüştüm ama sürekli aklımda başka şeyler vardı o zamanlar. Aklımdakiler yüzünden ne kadar güzel olduğunu fark edememişim.
Şuanda bunları düşünme vaki değil Harry! Niall'ı oda da bırakıp mutfakta yiyecek bir şeyler var mı diye baktım. Ama mutfakta abur cubur ve biradan başka hiçbir şey yoktu. Niall bugünlük bunlarla yetinmek zorundaydı. Bütün abur cuburları elime alıp Niall'ın yanına geri döndüm. İçmek içinde iki bira aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
In My Memory (Narry)
Fanfiction"Beni de mi unutacaksın?" "Hastalığımın bile unutturamayacağı birşey var" "O neymiş?" Dudaklarımı kulağına yaklaştırıp bir sır söyler gibi fısıldadım.. "Bu bir sır"