16

8.2K 772 540
                                    

———
Doğarken aldığımız ilk nefes ciğerlerimizi yakarmış. Bu yüzden, her çocuk hayata ağlayarak başlar. Ağlamayanlar da gözlerini sadece bir kere kırparlar. Sonrası sonsuz uyku.

Bu doğduğumuzda böyle başladı, büyürken de böyle devam etti. Ağlamak insanların acı çektiğinin kanıtı sayıldı çoğu zaman. Mutluyken ağlayanlar da vardır elbet, ama onlara sevinçten ağlamak diye bir söz öbeğini yakıştırdık. Ağlamak başlı başına acı, sevinçten ağlamak bir istisna.

Hayat da bunun üzerine kuruludur zaten. Kabul edilenler ve istisnalar. Gerçekliğinden emin olmadığımız soyut durumlar peşinde tüm insanlığı yok etme derecesine geldik bu zamana kadar.
Sevgi hor görüldü.
Aşk herkese yakıştırılmadı.
Erkekler ağlamaz dendi, kadınlar ulu orta gülemez

Doğayı kirlettik. Buzulları erittik. Suları kuruttuk. Birilerini aç bırakıp birilerini arşa çıkardık. Bunları kendi ellerimizle yaptık ama kimse elle tutulamayan şeylerin kirlettiklerinden bahsetmedi.

Vicdanımızı kirlettik, televizyon ekranında gördüğümüz acıları bir tuşa basarak bertaraf ederken.
Adaletimizi kirlettik, bana dokunmayan yılan bin yaşasın derken
Düşüncelerimizi kirlettik, yeni sosyal medyalar icat ederken
En önemlisi kalbimizi kirlettik, içinden tüm güzel duyguları kovarken.

Bahsedilmesi gerekenler bahsedilmiyor. Bahsedilse de ne olur bilinmez. İnsanoğlu her durumdan prim çıkarmayı iyi biliyor.
Her yaşta bir siyahlık barındırıyor kalbinde. Daha yeni okumaya başlayan çocuk bile ondan önce okuyan arkadaşını kıskanarak basıyor o siyah noktaya. Mürekkep gibi dağılıyor kötülük. Ne kadar hırs ne kadar nefret varsa insan beyninde o noktaya o kadar çok basılıyor.O ölçüde de kararıyor kalpler.

Bize düşen üç maymunu oynamak değil. Her koyun kendi ayağından asılır değil. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın hiç değil. Bize düşen kalıplaşmış yargılar değil, özgün düşünceler, herkese açık bir kalp, kıvrılmaya müsait bir çift dudak, ışıl ışıl parlayan gözler, her sesi önemseyen kulaklar, her daim insanı kucaklayacak kollar...

Bize düşen kalplere yayılan siyahlıkları bir bir silmek.

Herkese insanlığın büyük görevinde başarılar.

———
01.06.2011
(02.27)

Yirmi kişilik koca yatakhanede karanlık hüküm sürerken kollarını kendisine dolamış tir tir titriyordu küçük çocuk. Hiç tanımadığı annesinin kollarına işte bu gibi zamanlarda ihtiyaç duyuyordu. Bir keresinde kendinden yaşça büyük bir çocuğun ona her annenin sevgi vermediğini söylediğini hatırladı. Çocuğun adı Ahmetti. Daha bir haftalıkken bir çöp konteynerının kenarına bırakılmıştı. O yüzden annesinin onu hiç sevmediğine inanıyordu. Çöp kadar bile değerli değildi ona göre. Bir karton içinde kenara bırakılmıştı. Selim de terk edilmişti. Annesi o doğduğu an onu hastanede bırakıp gitmişti en azından çöp konteyneri değildi. Hastanenin insanın içini soğutan yalnızlığına bırakmıştı onu.

Bu yüzdendi kendine sarılışı ne zaman ihtiyacı olsa yanında kimsesi bulunmadığındandı kendini teselli edişi.

Bir sağa bir sola dönerken, gözleri her ona saldıracak bir şey ararken ranzayı salladığının farkında değildi.
Uykusu hafif sayılan Renan bu sarsıntıyla uyanmış gözlerini ovuşturuyordu. Selim'in yatağında döndüğünü anlamıştı ama bir hıçkırık sesi gelene kadar onun uyuduğunu düşünüyordu.

Karanlık görüşünü en aza indirmişken kafasını yataktan sarkıtıp göz ucuyla Selim'e baktı. Bir çift parlayan ela göz bu karanlıkta bile seçiliyordu. Selim de görmüştü bir çift gözü ama o sadece korkup kafasını yorganına gömmüştü.

Yağmuru En Çok Kim Sever? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin