Ani bir kararla bölümü kaldırıp düzenledim ve tekrar yükledim. Daha anlaşılır oldu sanırım..
🌘🌑🌒
30 Aralık 2016, Seoul
Önce, ellerini gördü.
Küçük elleri ne kadar heyecanlı olduğunu gösterir gibi başının iki yanında sallanıyor, karşısındaki oğlanı da kendisi gibi heyecanlandırıyordu. Kaşları havalanmış, gözleri genişçe açılmıştı. Daire şeklini almış dolgun dudakları genç adamın geri kalan ömrü boyunca hayallerini süsleyecek gibi görünüyordu.
Anlattığı her ne ise onu aynı zamanda eğlendiriyor olsa gerek, hızlıca hareket eden dudakları birden gerilmiş, geniş bir gülümseme oluşturmuştu.
Durdu. Ayakları kendi ağırlığını taşıyamaz hale gelmiş, bacakları kısa bir an için titremişti.
Gördüklerine inanamadı Jungkook. Karşısında gördüğü gerçek bir insan mıydı, yoksa Tae'nin doğum günü partisi için hazırlanmış bir ışık oyunu falan mıydı?
Adam kendi akıl sağlığından şüphe etti. Elbette ki gerçekti gördüğü kişi. Onun kim olduğunu biliyordu. Lakin oğlan öyle güzel gülmüştü ki, adam aklını kaçırmadığı için şükrediyordu.
Alnını kapatan pembe saçlar şen kahkahasının etkisiyle savrulmuş, kısılan gözlerini açığa çıkarmıştı.
Çok güzel, diye düşündü genç adam. Tüm bu gözlerden sakınılmalı.
Lakin pembe saçlı güzel çocuk bu kadarla yetinmedi ve onu olduğundan daha sevimli hale getiren yamuk dişini eliyle gizledi.
Elleri, diye yankılandı genç adamın zihninde. O küçük ellerini tutmak istiyorum.
Parmakları..
Dudaklarını çevreleyen ufak parmakları okşamak, her birini tek tek, severek öpmek istiyordu.
Olduğu yeri unuttu adam, ve hayal kurmaya başladı..
Güneşli bir gün düşledi. Sıcak hava asfalt yolu kavuruyor, oğlanın pembe saçlarını ensesine yapıştırıyordu. Dolgun dudakları büzülmüş, kaşları çatılmıştı. Şakaklarından süzülen ter damlalarına rağmen tapılası görünmeyi başarıyordu. Adam arkasına sakladığı pamuk şekeri heyecanla uzattı güzel oğlana, ve yüzüne yayılan parlak gülümsemeyi izledi. Ne de güzeldi bu şaheserin sebebi olmak..
Adam gerçekliğe geri döndüğünde suratını sinirle buruşturdu. Etrafındaki onlarca insan ne kadar gerçektiyse, o kadar acımasızdı bu duygu da.
İmkansızdı. Mümkün değildi bu his. O yıllardır bir başkasına deliler gibi aşık değil miydi zaten? Peki lanet kalbi neden atıyordu böyle, yerinden çıkmak ister gibi?
Tanıyordu. Güzel gülümsemeli oğlanı çok iyi tanıyordu. Yaşadığı gülünç anıları, onu kendisi yapan tüm huylarını Tae'den ayrıntılarıyla dinlemişti defalarca. Saatlerini fotoğraflarına bakarak geçirmiş, ona daha tanışmadan hayran olmuştu.
Dilini bilmediği bir ülkede kaybolup saatlerce ağladığı zamanı dinlenmişti Tae'den. Aslında oturup ağladığı tüm bu zaman boyunca kaldıkları otelin hemen arka sokağında bulunduğunu öğrendiğinde ülkeyi terkettiğini dinlemişti ve buna karnı ağrıyıncaya dek gülmüştü Jungkook.