1.Bölüm

330 53 120
                                    


Sessizlik, karanlık, yalan...

Hayatım bu üç kelimeden ibaret. Belki anlamsız, belki anlamlı. Karmaşık gibi fakat net. İnsanın içini açmayan ama içini yakan şey benim hayatım.

Hayatım diyebilmek doğrumudur bilmem. Çünkü hayat denilen şey senin hayallerinle, senin düşüncelerinle, senin doğruların ve yanlışlarınlarınla yaşadığın bir koşuşturmadır aslında.

Her yaşına bastığında hayatında yeni bir perde açılır, her yaşın bittiğinde ise bir perde kapanır. Ne olup bitti diyemeden hayat perde perde geçip gider. Tek yapabildiğin yatağına uzanıp tavana bakmaktır. Sonra başlarsın düşünmeye; ne zaman başladı, kim geldi, kim gitti, neler olup bitti, neler yaşandı, kazanılan ve kaybedilenler ne, neredeydim ve şu an neredeyim...

Düşünür düşünür sonuca varamazsın. Çünkü anlayıp anlatamadıklarınla doludur kafan. Peki ne yapılabilir, çaresi nedir bilinmez ve yine başlar:

Sessizlik, karanlık, yalan...

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Eskilerde bir söz vardır bilir misiniz? Benim için çok anlamlı bir söz. O kadar anlamlı ki içine hayatımın özetini sığdırabilirim. Ne mi hemen söyleyeyim.

Ne ekersen onu biçersin.

Her zaman yapmaya bayıldığım şeydir kalabalığın içinde insanları seyretmek. Bir oraya bir buraya koşuşturup duran insanlar. Kimisi kahkahalar atarak , kimisi sinirli, kimisi üzgün, kimisi kaygılı. Hani an vardır ya tadını çıkarmayı bilmediğimiz. Geçmiş ve gelecekle kaybettiğimiz en değerli zaman. İşte herkezin anı gözümün önünde şu an. Gözlerim tek tek değiyor insanların şu anına. Ne garip değil mi? Hiç bitmeyecekmiş gibi hiç son bulmayacakmış gibi yaşıyoruz hayatı. Her şeye çok fazla anlam yüklüyoruz. Her şey bize aitmiş gibi sahipleniyoruz. Fakat farkında değiliz ki bir gün sahip olduğumuzu sandığımız her şeyimizi bu dünyada yok olmaya mahkum edip gideceğiz.

Düşüncelerimin içinde bir anda bir ses yankılanmaya başladı. Usul usul rüzgar eserken şöyle diyordu bana bu şarkı..

Derdi nedir bu sonbaharın
Neden soldurur gülleri

Elimi yanımda duran telefonuma çevirdim. Çok seviyordum bu şarkıyı dinlemeyi. Fakat arayanı açmazsam çıldırabilirdi.

"Efendim anne."

"Neredesin?"

"Dışarıdayım anne. Birşey mi oldu?"

"Yok kızım ne olacak sadece evin yolunu bulabilecek misin diye merak ettim."

"Tamam anne geliyorum." Ve telefonun suratıma kapanmasının ardından hem çalan müziğim gitti hemde annemin sesi. Bu onun "Eve gel artık." deme şeklidir. Garip ama öyle. Ayaklarım konuşmaya başladı hemen. Gitmek istemeselerde gitmeliydik.

Rüzgarda dağılan saçlarımı topladım. Ayağa kalkıp sırtıma çantamı aldım. Yağmurluğumun fermuarını çekip yürümeye başladım.

Aylardan kasımdı. Soğuklar yavaş yavaş geliyordu. Usul usul rüsgar esiyor sanki kulağıma birşeyler fısıldıyordu.

Çok düşünür dururum. Her anı her dakikayı yaşadığım hissettiğim her şeyi düşünüp hafızama kazırdım. Bunu yapmak çoğu zaman iyi gelmezdi. Çünkü insan canını yakan şeyleri sürekli hatırlayınca, bir yerden sonra insanlara baktığı zaman sadece o anı hatırlıyor ve bu da insanlara olan saygıyı, sevgiyi, anlayışı, bakış açını değiştiriyordu.

Bu günlük dozumuzu aldık sanırım beynim. Daha fazla düşünmek kalbe vuruyor. Düşünmeyi yarına bırakma zamanı. Çünkü eve gidiyoruz ve o evde düşünmekten önce gelen şeyler var. Mesela güç.

Evin kapısını gördüm. Yüreğim sıkıştı. Çocukluğumun hapsolduğu ve mahvolduğu eve gelmiştik ben ve vücudum. Her baktığımda her köşesini gezdiğimde hafızamda canlanıverirdi bütün geçmiş. Fakat şu an düşüncelerimin beni boğmasına izin vermeden eve girmeliydim.

Pek emin olmayan yavaş adımlarla eve doğru yürümeye devam ettim. Sonunda gelmiştim. Derin bir nefes çekip zile bastım.

Bana kapıyı açan Zeynep'im oldu. Ah o uzun sırma saçlarını sevdiğim miniğim açtı. Beni görür görmez gözleri parlamaya başladı. Kollarımı açtım ve yere çömeldim. Minicik kolları bir anda sım sıkı boynuma sarıldı.

"Ablaaa!"

"Ablacımm!"

"Nerede kaldın abla çok özledim ben seni?"

"Geldim ablacım. Derslerim bu gün yoğundu. O yüzden geciktim. Çok beklettim mi seni?"

"Birazcık olabilir."

Gülümsemesi içimi ısıttı. Kalbim bir tek ona bu kadar ısınıyordu. Küçüktü daha. Henüz 4 yaşında. Minicik elleri minicik kalbi vardı. O minicik elleriyle ellerimi tuttu.

"Hadi abla ben acıktım seni bekliyorum yemek için."

"Hemen yemeye başlayalım küçük yemek canavarı."

"Ablaa ben canavar mıyım?"

Çok masum bakıyor çok masum konuşuyordu. Dünyadan insanlardan bir haber kendi dünyasında filizleniyordu.

"Sana şaka yapıyorum. Canavarlar büyük olur. Sen daha miniciksin."

Yanaklarına bir buse kondurup elimi yüzümü yıkamak içşn banyoya gittim. İçeriden annemin sesleri yükselmeye başladı. İşim bittikten sonra yavaş yavaş içeri geçmeye başladım.

Her kez sofranın başında toplanmıştı. Babam baş köşede, annem yanında, karşısında kulağında kulaklık elinde telefon ergen kardeşim ve yanında minik kalplim oturuyordu. Gözlerim dedemi aradı. Sol tarafa doğru baktım. Koltukta yatıyordu. Sandalyelerde oturmak onu çok yoruyordu belinden dolayı. Bu yüzden yemeğini koltukta yerdi.

Babamın işlerle uğraşmaktan kimseyi gözü gözmezdi. Annem zaten dedeme sadece babamın babası olduğu için katlanıyordu. Kardeşlerimde veremeyeceğine göre yemeğini ben verecektim.

Tezgahın üzerinde annemin hazırladığı tepsiyi alıp dedeme götürdüm. Memnun değilmiş gibi aldı elimden biraz titriyordu elleri. Yaşlılık işte. Bende masaya geçtim. Yerime oturdum. Geldiğimi umursamayan aileme içimden hoşbulduk dedim ve sessizce yemeğimi yemeye başladım.

"Neredeydin bu saate kadar?"

"Dışarıdaydım baba."

"Saatin kaç olduğundan haberin var mı?"

"Geçiktiğim için özür dilerim. Saatin nasıl geçtiğini anlamamışım."

"Yemek saatlerinde evde olsan iyi olur."

"Tamam daha dikkatli olurum." Ve tekrar sessizlik. Yediğim lokmalar boğazıma dizilmişti bir anda. Değer veya saygı gördüğüm için değil. İşlerini gördüğüm için eve erken gelmeliydim. Çünkü Evrem bu evin bireyi değil eşyasıydı. İstedikleri zaman kullanıp istemedikleri zaman öylece köşeye bırakılan eşya.

Herkez yemeğini yiyip masadan bir bir kalktı. Babam sigarasını içmek için balkona, annem Zeynep'i yatırmaya, Ali kulaklığı ile odasına. Ben kaldım masada. Dedeme baktım. Yemeğini bitirmişti. Gidip önünden tepsiyi aldım. Tabaklarda yemek kalmamıştı. Ama ne bir teşekkür ne de güler yüz vardı karşımda. Gerçi bu dedemin her zaman ki hali. Memnun olmayan her şeyin alasını bilen dünya için kendini harap edenlerden birisi.

Tepsiyi tezgaha koyup masayı topladım. Bulaşıkları hallettikten sonra odama çıktım. Bu gün yeterince yorulduğumu hissettim ve yatağıma uzanıp derin uykuma daldım. Klasik aile gecelerimizden biri yine son bulmuştu.

Değişik gibi fakat bu benim hayatımdı.














SONBAHARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin