Bebek olanı kucağında, büyük olanı ortancasının elinden tutmuş babalarının hemen önündeki basamaktaydılar. "Baba," diyordu ortanca olan. "Babaannem istemezseniz gelir sizi götürürüm, dedi. Bizi babaanneme vermezsin değil mi?"
"Hayır," dedi babalara yakışacak eminlikte bir tavırla. "Sizi kimseye vermem. Kızların yeri babalarının yanıdır."
O yüzden mi buradaydı Çiçek? Babasından çok uzakta, bu tuhaf insanların arasında, yalancı bir sıfatla, bir bardak suyun peşinde... Gözleri doldu anında, burnunun üst tarafında inceden bir sızı hasıl oldu. Acılı bir histi bu, baharda saman nezlesi olmuş gibi.
"Çiçek?"
Bütün hisleri adını Erhan'ın ağzından duyduğunda dağıldı.
"Ne yapıyorsun burada?"
"Su..." dedi genç kadın. "Mutfağı arıyorum!"
"Gel sen, su isteriz. Seni güzel kızlarımla tanıştırmak istiyorum."
"Ama su..."
"Gelir misin Çiçek?"
Emretmişti adeta. Bu evde herkes kendi istediği anında yapılsın istiyordu. Anlaşmayı kabul eden kendisiydi, bunu az çok tahmin de etmişti üstelik. Peşleri sıra girdi salona. İki büyük kız ona dikkatlice bakıyorlardı.
"Çiçek," dedi bir kez daha Erhan. "Deniz ve Derya," diye işaret etti kızlarını.
"Hoş geldiniz," dedi Deniz ancak Derya saklandı ablasının arkasına.
"Hoş bulduk," diye mırıldandı Çiçek. Derin bir iç çekti Erhan. Çocukları ile iyi geçinmesi gerektiğini bile bile ne diye bu kadar mesafeli ve pısırık duruyordu ki?
"Çiçek sizi öpmek istiyor ama çekiniyormuş kızlar," diyerek aracı olmaya çalıştı. "İzin verir misiniz?"
Derya, gözlerini kaçırarak yanağını uzattı. Deniz istifini bile bozmadan sırasının gelmesini bekledi. Gergin bir tebessümle önce küçüğün sonra da büyüğün birer yanağından öptü Çiçek. Hiç iyi bir durumda değildi şimdilik, keşke şu kadınla daha sonra konuşsaydım da çocuklarla önce tanışsaydım diye düşündü. O çocukların birine ihtiyacı olmasa babaları bu yola başvurmazdı ve daha ilk günden havlu atarak en büyük kötülüğü bu çocuklara yapardı. Bir an önce onu sevmelilerdi ki hayatları düzene girsin.
"İsimleriniz çok güzel," gibilerinden bir söz mırıldandı. "Kim verdi bu isimleri size?"
Derya bir tarafına, Deniz bir tarafına geçti babalarının. Her ikisi de itina ile kaçtılar Çiçek'ten. Huzursuzca yüzünü buruşturdu Erhan ve kucağındaki bebeğe gösterdi Çiçek'i.
"Bak abla," dedi. "Damla, ablayı gördün mü?"
"Aba..." diye tekrarladı bebek. Gök rengi gözleri vardı bebeğin. Ne babası ne de babaannesi mavi gözlüydü. Kumral babasının bildik kahverengi gözlerine inat cam gibi parlıyordu. Ne Deniz'e ne de Derya'ya benziyordu, ikisinden de farklı bir aileye mensupmuş gibi. İki büyük kız tıpkı babaları iken... Demek ki anneleri mavi renkli gözlerini kapamıştı semaya.
"Kucağına almak ister misin Çiçek?"
Bir mucize olsun istiyordu, Erhan. Kızları bir anda kabullensinler bu kızı, sevsinler ve her şeyden önce mutlu olsunlar. Bir senedir öyle çok değişmişti ki iki kızının düzeni. Annelerini özlemeleri bir yana, babaannelerinin alışkın olmadıkları üslubuna maruz kalmışlar, tuhaf kurallarına uymak zorunda kalmışlardı. Bakıcı abla dedikleri Zekiye'ye evvelden alışkınlardı ancak Aliye Hanım, Zekiye'yi de bildiği şekilden alıkoyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçek Gelin
General FictionAnlaşmalı evlilik hikayelerinden birini de MSÇ kaleminden okumaya ne dersiniz? Zamanın çapkın, havai genci Erhan, anne sözü dinleyerek evlenmiş, üç de çocuk yapmıştır. Bir de üstüne belediye başkanı olunca hayatı düzene girmiştir. Ta ki üç çocuğunun...