Bir müzik çalıyordu radyoda, karanlığa karışmış, boylu boyunca uzanan buğday tarlaları simsiyah bir okyanus gibi uçsuz bucaksız görünüyorlardı. Alışmadığı bir iklimin süregeldiği bu memleketin koynunda daha ne kadar gün sayacaktı bilmiyordu Çiçek. Kaç gün ömrü kaldığını bilmeyen ağır hastalar gibiydi. Önündeki yol Erhan'ın altındaki arabayla harcanıp giderken sessizliğine ket vurdu Çiçek.
"Siz aslında iyi bir adamsınız," dedi.
"Bundan şüphen mi vardı?"
"Hayır, ama kibir size yakışmıyor."
"Beni kibirli mi buluyorsun?"
"Evet!"
Hiç çekinmeden ne kadar da kolay evet demişti. Hiç alınmadı Erhan, kibirli olabilirdi. İnsanların onun için ne söylediği önemli değildi. Her geçen gün ömrünün tükenmiş kısmıydı ve her gelecek gün tükenmeye hazır. Büyük mutluluklar ummuyordu artık hayattan. Üç kızı vardı; onların mutluluğu ile yetinebilirdi. Babası da hayattayken hep bunu gaye edinmişti. Babasına benzemek zordu ama keşke biraz yaklaşabilseydi. Onun çocukları da göçünün ardından özlemle anarken hayranlıklarını baki kılabilselerdi.
"Bu yaşadıklarını Zekiye ablaya anlatmak yok olur mu Çiçek?"
"Ben ona hiçbir şey anlatmıyorum."
"Benim yakınımdır Zekiye abla, daha doğrusu kan bağından ziyade rahmetli Narin'in kıymetlisiydi. Dert ortağı, en yakın arkadaşıydı."
"Evet, bana söyledi. Çok sıcakkanlı ve iyi bir kadınmış. İlçede herkes çok severmiş onu."
"Öyleydi. Zekiye abla beni de çok düşünür, her anlamda iyiliğimi ister ama insanoğlu yargılar içten içe. Bu olsun istemem. Küçük yer buralar. Her attığın adım bir şekilde duyulur. Eğer sevdiğin adam yaşıyor olsaydı seni eve geri götürmezdim. Bir gün gelip seni götürme ihtimaline karşı."
Yaşasaydı yapardı demek istedi Çiçek, buruk bir tat kaldı dilinde bunu söyleyemeyince. Başka türlü dile getirdi, "İyi insanlar çabuk ölüyorlar."
"Biz kötü müyüz de yaşıyoruz?"
"Bir filmde görmüştüm Erhan Bey; bir adam kimi sevse gözlerinin önünde ölüyordu. Tanrı'nın günahları için dünyada gönderdiği bir tür imtihanıymış bu. O zaman bunları yaşamamıştım ama şimdi hatırlayınca... Belki bizim de günahlarımız vardır."
"Günahsız insan mı var Çiçek?"
Başını çevirip baktı Çiçek. Basit bir soruydu ama Erhan'ın dilinde düşünülesi bir sihre dönüşmüştü.
"Yok mudur Erhan Bey?"
"Yoktur! Belki de filmdeki detay doğrudur. Sevdiğin adamın gözlerinin önünde öldürülmesi günahlarına kefaret olmuştur."
Kerim'e olan duygularını örtmüştü acısı. Artık sevdiği adam değil ömrü boyunca en büyük acıyı yaşatan adam olmuştu.
"Dönme dolabın içindeyiz biz Erhan Bey. Üst taraftayken aşağı, aşağı taraftayken yukarı bakıyoruz."
"Ne demek bu?"
"Hep bir sonrakini yaşama telaşı."
Ne kadar da doğru, diye geçirdi içinden Erhan. Şimdiden yarın neler yapacağı planlıydı. Bütün günü hınca hınç doluydu. Yaşamak için mi çalışıyordu, çalışmak için mi yaşıyordu belli değildi.
O sabah zihninde bu cümleyle uyandı Erhan. Hep bir sonrakini yaşama telaşı... Hafifçe bir gülümseme belirdi yüzünde. Duvar saatinin tik takları uzun zamandan sonra dikkatinden çıktı. O sabah Erhan, Çiçek'in cümleleriyle meşguldü. 'Dönme dolabın içindeyiz biz Erhan Bey'. Liseden mezun olacak kadar tahsili olan, gurbetçi bir konfeksiyon işçisinin edebi sözleri... Derin bir nefes alarak oturur vaziyette doğruldu Erhan. Annesinin memleketinin Belediye Başkanlığı'na aday olduğunda hayatındaki bütün sorunları çözebilecek güçte olduğuna inanmıştı. Bir hamleyle çıktı yataktan, çıplak ayak bastı yere. Pencerenin önünde durdu. Narin, tavandan yere kadar olsun pencereler; yatak odalarına bol ışık girerse güne erken başlanıp o günden en iyi feyzi almak mümkün olur, demişti. İnançlı kızdı Narin, hep dualı gezer, hep kadere tevekkül ederdi. "Kısmet be Erhan," derdi bir şey olmayıp da kocasının kafasına takılmışsa. "Varsın böyle olsun mutlaka bir hayır vardır."
Bu hayatta en büyük eksiği inançtı belki de. Kim bilir? Dün bir adım atmış, güvensizliklerle dolu hayatında sırf çocukları çok seviyor diye meczup bir kıza şans vermişti. Bir kez daha evinin sınırlarında yaşaması için kendi elleriyle açmıştı kapıyı. Hisleri aklından öndeydi. İçinden bir ses diyordu ki zarar gelmez bu çocuktan, takma kafana o kadar. Şimdi neredeydi içindeki ses de beyninde aynı cümleler dönüp dururken çarkı durdurup kendi fikirlerini sunmuyordu? Koca erik ağacı bir sağa bir de sola sallanıp duruyordu rüzgârda. Soğuktu bugün, mayıs gelmişti halen daha ısınmamıştı havalar. Erciyes'in karıydı buna hep sebep. Burnunda tüttü kar havası, soğuğun en temiz hali o yükseklikte değerdi burnuna. Ani bir hamleyle döndü. Bir kot pantolon bir de gömlek çıkardı dolabından. Önce elini yüzünü bir yıkamalı sonra giyinmeliydi.
Çiçek bir masal anlatıyordu kızlara. Çiçekçi kız masalı. "Bunu biliyorum ben," dedi Derya.
"İmkânsız bunu ben uydurdum," deyince Çiçek, güldü kızlar. Kucağındaki küçük kızın sırtını iyice yasladı kendine.
"Hem biliyor olsan bile her anlatıcı farklı kılar masalı."
"Çiçekçi kız sen misin Çiçek abla?" diye sordu Deniz. İnkâr etmedi Çiçek.
"Hayal ettiğim Çiçek."
"Hayalinde çiçekçi olmak mı var?" diyerek şaşırdı Deniz. Onun hayalinde balerin olmak vardı, belki piyanist. Babası onun için doktor olmasını hayal ediyor olsa da diğerleri daha cazipti. Çiçek ablasının hayallerini de duymuş muydu acaba? Duysa gülerdi herhalde, çiçekçi olmak istemesine.
"Hayallerim madde madde Deniz'ciğim. Rock yıldızı olmayı da hayal ettiğim zamanlar oluyor. Mesela Derya sen de kuaför olmayı hayal ediyorsun." Bütün foyası ortaya çıkmış gibi utancından kızardı küçük kız. "Utanma bundan," derken uzanıp Derya'nın örgülü saçlarından öptü. O günden beri saçları hep Elsa örgüsüydü. "Biz bir aileyiz ve aileler birbirlerinden utanmadan söylerler hayallerini."
"Mesela ben," diyerek girdi dikildiği kapı aralığından içeri Erhan. Eyvah, dedi Deniz. İyi ki düşündüklerini sesli söylememişti. Çiçek'in oturduğu yatakta Derya'yı kucağına alarak hemen yanına yerleşti. "Çocukken astronot olmayı hayal ederdim. Bir de," dikkatle ona bakan kızlarına ve daha sonra şaşkın görünen Çiçek'e döndü. "Çoban olmak isterdim."
"Kokardın o zaman baba," diyerek güldü Deniz.
"Yıkanırdım canım her akşam ne olacak?"
"Belediye Başkanı olmak istemez miydin yani?" derken dudaklarını büzdü Derya. Babasından duydukları onu çok şaşırtmıştı.
"Aklımın ucundan bile geçmemişti. Belki de totem yapıp ilk önce bunu olmak istemeliydim o zaman çoban olabilirdim."
"Belki o zaman kaval da çalabilirdin."
Çiçek ilk kez siz dememişti ona. Gülümsedi Erhan, "Flüt çalabiliyorum ben!"
Deniz burada müdahale etmek zorundaydı. "Çok garip bir şarkı çalıyor Çiçek abla, ben hiç beğenmiyorum."
"Aşk olsun sana Deniz."
"Ama sen aileler birbirlerine düşündüklerini söylemeliler demiştin."
"Çiçek ablan demiş olmasın bunu."
Bunu bir düşündü Deniz, hayır Çiçek onlara hayallerini utanmadan söyleyebileceklerini söylemişti.
"Hayır, o sendin."
"Yakalandım desene."
"Yakalandın!" diye tekrarladı Damla. Önce kucağındaki kızını, sonra yanındaki büyük kızını öpüp ayaklandı. Ardından Damla'yı kucağına almak için yöneldi. Uçarcasına uzattı ellerini bebek.
"Bugün günlerden cumartesi ve bilin bakalım ben bu sabah ne hayal ettim?"
"Omlet yemeyi," dedi Deniz. Erhan kaşlarını kaldırarak Derya'ya baktı, belki o tahmin edebilirdi.
"Bana oyuncak almayı."
Gülerek Çiçek'e baktı Erhan. "Evet, sence Çiçek?"
"Flüt çalarken koyun otlatmayı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçek Gelin
General FictionAnlaşmalı evlilik hikayelerinden birini de MSÇ kaleminden okumaya ne dersiniz? Zamanın çapkın, havai genci Erhan, anne sözü dinleyerek evlenmiş, üç de çocuk yapmıştır. Bir de üstüne belediye başkanı olunca hayatı düzene girmiştir. Ta ki üç çocuğunun...