"En iyisi siz beni bırakın burada gidin," derken iyiye dair bütün umudunu kaybetmişti Çiçek. Yargılanmadan anlaşılamayacağından bu kadar eminken boş yere konuşup kendini üzmek istemiyordu. Bu sebeplerden yeteri kadar üzülmüştü zaten.
"Havlu atıyorsun," kollarını masanın üzerine yasladı Erhan. "Yalan söylemene neden olan şeyin ortaya çıkmasındansa bir başına kalmayı seçiyorsun. Paran yok, ülkenin her şehrine çok yabancısın ve yalnızsın. Kimsen yok!"
"Beni anlayacağınızı sanmıyorum."
"Neden ön yargılısın?"
"Çünkü bugüne kadar tanıdığım Erhan Bey'in kalıplarının arasında anlatacaklarım yok."
"Kızlarım sana alıştı. Sırf bu yüzden bile seni anlamak için kendimi zorlarım. Derya da Deniz de seni çok seviyorlar. Damla için endişeli değilim, yerine kim gelse alışır. Ama diğerleri, hele ki Deniz... Bana, her neyse beni geçelim çocuklarıma bu kadarını borçlusun. Dürüst bir şekilde, büyüdüğün ülkeyi neden terk ettiğini bana açıklamak zorundasın."
Başını iki yana salladı Çiçek. Bu bir zorunluluk olamazdı, yaşadıklarını kendisine bile anlatmak istemediği bir zamanda böyle bir şeyi dayatamazdı kimse ona.
"Lütfen bana dürüst ol," diye tekrarladı Erhan.
"Söz verin öyleyse, bana inanmayacaksanız yani öyle olacaksa bile aileme haber vermeyeceksiniz."
Merakla başını salladı Erhan. Araştırmaya araştırmıştı, uzun zamandır Çiçek'in doğduğu yerde neler olduğunu öğrenmek için dolanan bir adamı vardı. Ona epey de şey anlatmıştı ama Çiçek tarafında savunması olan şeyler gibi görünmemişti gözüne. Erkenden uyanıp küçük kızını göğsüne yatırıp ninni söyleyen genç kadın ile ona anlatılanların kahramanı serseri kızın aynı kişiler olabileceğine inanmadığı için karşısına almış soruyordu. Muhatap alışının en büyük sebebiydi çocukları ve bu göçebe kızın çocuklarına olan merhameti.
"Söz!"
"Eminim siz zaten bir şeyler biliyorsunuz. Belki de Özgül ablam halanıza anlattı ve siz öyle öğrendiniz her şeyi. Yoksa başka türlü beni dinlemezdiniz herhalde. Özür dilerim size yalan söylemek istemezdim ama..."
"Korktun?"
"Korktum," derken adamın yüzüne baktı Çiçek. "Siz olsaydınız korkmaz mıydınız?"
"Bilmiyorum. Önce şartlarını senden dinlemem lazım."
İşte burada haklıydı Erhan. Bir insanı anlamak için önce onu dinlemek gerekirdi. Başını salladı Çiçek, hiç utanılacak bir şey yapmamış biri için fazla sakınıyordu kendini. Başını dikti ve direkt Erhan'ın gözlerine baktı.
"Benim babamın Alman bir karısı daha var. Annem hayatta evet ve böyleyken annemi boşadı, onunla evlendi. Bir alt katımıza yerleşti. Sırf bizim için. İki kız kardeş annemin himayesinde yetersiz büyür diye." Önündeki su dolu bardağı dikti tepesine. Başını çevirdi, bir dağ vardı ileride. Karanlıktı ama eteklerinde karların erimediğine emin oldu. Bu soğuk o yüzdendi.
"Ben dikim atölyesinde çalıştım hep; on dört yaşımdan beri. Aynı zamanda babamın Alman karısından olan çocuklarına, yani erkek kardeşlerime de bakıyordum. Çünkü anneleri biraz, nasıl demeli biraz anne değildi."
"İyi bir anne değildi."
"Evet değildi. Babam da her işlerini bana yaptırırdı. O yüzden ben çocukları severim, alışkınım onlara bakmaya."
"Çocuklar da seni seviyorlar."
"Evet. Kötü biri değilim ben. Çocuklarınıza asla zarar vermem. Kıyamam ben çocuklara. Asla! O yüzden rahat olun ama tabii duyduklarınız da mühim, biliyorum. Ama ben namussuz bir kız da değilim. Öyle olsam anlamaz mıydınız?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçek Gelin
General FictionAnlaşmalı evlilik hikayelerinden birini de MSÇ kaleminden okumaya ne dersiniz? Zamanın çapkın, havai genci Erhan, anne sözü dinleyerek evlenmiş, üç de çocuk yapmıştır. Bir de üstüne belediye başkanı olunca hayatı düzene girmiştir. Ta ki üç çocuğunun...