16.Bölüm: Zorla Güzellik -part1-

19.7K 616 32
                                    


"Çık artık Su, çık şu lanet banyodan, ne yapıyorsun, anlamıyorum ki?" Ateş'in kıracakmış gibi vurduğu kapıya omuzumu silkerek baktım. Sanki kocaman evde girecek başka banyo yoktu.

"Evinde kaç banyo daha var, sence? Başka birine gitsen, nasıl fikir ama." ellerimi yıkadıktan sonra yan taraftaki havluyla kurutup, saçlarımı bağlamaya çalışıyordum.

"Çık çabuk, yoksa kırarım kapıyı." bu defa daha çok siniri ağır basıyordu amacı beni buradan çıkartmaya çalışmaktı ve ben de çıkmayacaktım. Beni zorla evinde tutamazdı değil mi? Eğer bu zorbalık devam ederse çok daha fazlasıyla karşılaşırdı. İşimin bitmesine rağmen kapının yanında dikilmeye başladım.

"Çok meraklı değilim zaten evine, bırak gideyim işte." sinirden iyice sertleşen sesini yumuşatmaya çalışarak cevapladı.

"Daha kaç defa diyeceğim ha? Kaç defa? O tuttuğum adamın babası varya, seni gördüğü yerde liğme liğme eder. Beni mumla ararsın." Gökhan'dan bahsediyordu. Ben ortada çok korkacak bir durum göremiyorum açıkçası, bir katille aynı evde kalmak dışında. Hırsla kapıya birkaç yumruk indirmişti.

"Çık şimdi oradan yoksa, o adamlara kalmadan ben seni gebertirim." bu defa sesinde sinirden çok alay vardı, sanırım üzerimde baskı kurmak hoşuna gidiyordu ya da ondan korkmam.

"Durma." bağırarak cevaplamıştım.

"Şu siktiğim inadını kimden aldın bilmiyorum ama ben sana yapacağımı bilirim." kapının önünden ayrılmıştı ben de hemen arkasından kapıyı açtım ve çıktım. Amacım sinir etmekti ve fazlasıyla ulaşmıştım.

"Halâ yaşıyorsan benim sayemde, benim." zaten sinirli olan bir adamı sinirden kudurtmak hiç de zor değildi.

Dün gece beni kendi evine getirmiş ve bir süre burada kalmam gerektiğini söylemişti, güvende olmam için. Beni düşünmesi hoşuma gitse de bunu da kendi için yaptığına emindim. Bir süreliğine kalmam için evinin ikinci katındaki odalardan birini vermişti. Kendi kaldığı odanın karşısıydı sanırım. Benim evimin yanında saray gibi kaldığı aşikârdı ama kendi evimde olmak istiyordum.

Odaya girip şarjda olan telefonumu çıkardım, Ateş'in şarj aletini almıştım. Hiç kıyafetim olmadığı için üzerimdeki kıyafetler bile ona aitti.

Bugün dinlenmem için izin vermişti ama yarından itibaren elimde gerçekten bir dava olacaktı ve hazırlık süreci yoğundu. Telefonun tuş kilidini açarak Selim'in numarasını tuşladım. Beklediğimin aksine kısa bir süre sonra açmıştı.

'Ne var?' ses fonundan ve konuşma şeklinden de anlaşıldığı üzere halâ fazlaca kırgındı. Ben olsam ben de kırılırdım, hak veriyordum.

'Şey ya, bana ayıracak kısacık da olsa zamanın var mı?' derin bir nefes aldı bana çok kızgındı farkındaydım ama gönlünü alabilirdim.

'İşlerim var.' yarı tereddütle söylediği bu iki kelime hiç hoşuma gitmemişti.

'İyi ben de merkeze gelirim, sıkıntı değil.' Ateş'in yanında işe başladığımdan beri pek sık gitmiyordum ama hala orada çalışıyordum ve önemli konularda yardım etmeye çalışıyordum elimden geldiği kadar.

Selim'in birşey demesine izin vermeden telefonu kapattım. Sanırım böylesi çok daha iyi olurdu, beni affedeceğini biliyordum. Selim'den bahsediyorduk. Ateş kadar sinir küpü de olsa iyi biriydi o. İşte seçimler, hayatımızın neredeyse tamamıydı.

Telefonu tekrar sarja takarak odadan çıktım ve bacakları gayet uzun olan eşofmana takılmamaya çalışarak aşağıya indim. Gördüğüm manzara karşısında küçük çaplı bir şok geçirip bir kahkaha atmıştım. Ateş üzerinde tişörtü olmadan ki bunu çıplak sırtından anlamıştım, yarı çıplak bir şekilde ayaklarını önündeki sehpaya uzatarak televizyon izliyordu.

Kendimi tutamadığım için yükselen kahkahalarım üzerine kafasını çevirip kısa bir bakış atmıştı, sonra da tekrar önündeki televizyona döndü.

"Komik olan nedir?" aslında sorduğu soru oldukça mantıklıydı. Normal olmayan birşey yoktu, hatta belki de Ateş ilk defa gayet normal birşey yapıyordu ama garip gelmişti işte. Onu bu şekilde görmek, gözüm televizyona kaydığında henüz bir karar kılamadığını anlamıştım. İki de bir değiştiriyordu çünkü.

"Hiç sadece, seni böyle görünce. Yani şey, diğer erkekler gibi, yani televizyon izliyorsun ya." aslında diksiyonum oldukça iyiydi, işim gereği de böyle olmalıydı, ama şimdi iki kelimeyi bir araya getirememiştim. Derince bir nefes aldıktan sonra birkaç adım daha atıp, Ateş'in yanına oturdum. Aslında elindeki kumandayı alsam fena olmazdı.

"Birçok şeyi diğer erkeklerin yaptıklarından daha iyi yapıyorum, deneyelim istersen." yüzüne arsız bir ifade yerleştirirken, hafifçe sırıtmıştı. Uzattığı bacaklarını indirip aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. Evet tam olarak sapıkça bir ifade vardı suratında ve bu garip bir şekilde hoşuma gitmişti, istemsizce kıkırdadım. Sanırım Ateş, hem beni çok kolay ağlatıyor, hem de çok kolay güldürüyordu. Saçmaydı ve mantıksızdı, tıpkı Ateş' te olan birçok şey gibi.

"Giyecek kıyafete ihtiyacım var." üzerime geçirdiğim tişörtün uzun kolunu sallayarak, söylemiştim. Kolları uzun olduğu için ellerim içinde kaybolmuştu. Bu defa o hafifçe kıkırdadı.

"İstersen çıkart, hatta yardım edeyim." diyerek ellerini tişörtün alt kısmına götürmüştü bile, ellerimle ellerini kavrarkan gerçekten çıkartacağını düşünmüştüm.

"Gerizekalı, sapık. Hem gerizekalı, hem sapık. Salak." hızlıca oturduğu yerden kalkarken, bağırarak söylemiştim.

"Amına koyayım, kulağımı becerdin. Tecavüz mü ediyorum kızım? Sadece yardım ediyordum." Başta ciddi olan sesi sona doğru iyice gevşemiş, en son da gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Karşıma dikildiğinde gözlerim ister istemez, çıplak olan vücudunu bulmuştu.

Az önceki ukala haline rağmen, şu an karşısında eriyebilirdim, hatta belki erimeye başlamıştım. Mükemmele yakın olan yüzünden aşağıya doğru gözlerimi indirdiğimde neredeyse pürüzsüz olan göğüs ve karın kasları muhteşem gözüküyordu. İstemsizce seslice yutkunmuştum.

Hadi ama her erkek kaslı olabilir, evet, evet. O kadar da mükemmel değil. Mükemmel bile değil, hatta kötü dahi sayılabilir, ama o kaslı kollarının arasında yatmak hiç fena bir fikir olmayabilirdi. Kendi içimde kendi kendimle savaş verirken Ateş beni süzmeyi bırakıp konuştu.

"Evet, vahşi kedim, çok yakışıklıyım ama sen çok çirkinsin. Yine de sana torpil geçebilirim." dedikleri karşısında sanki kafama kaynar sular dökülmüş gibi hissetmiştim. Bu hissi en son iki sene kadar önce girdiğim son sınavlarda yaşamıştım. Tabi onlar daha olağandı. İsteksizce dilimi çıkardım. Suratıma gelen hayal kırıklığı ifadesi de cabasıydı. Ama bunun nedeni bana çirkin demesi değildi, kurduğu cümleydi, çok saçmaydı.

"Eşofmanımı da çıkartayım. Bacak kaslarımı da görmek ister misin, sonra da-" konuşmasını kesen şey benim tiz gürlememdi, evet tam olarak ellerini eşofmanının beline koymuştu.

"Hırrr, pardon miyaav" benim taklidimi yaptığını belli edercesine sesini incelemeye çalışmıştı. Sonra da derin ama büyüleyici bir kahkaha attı.

"Hırlamıyorum ya da miyavlamıyorum, herneyse işte, sapık mısın ya da başka birşey?" bu defa benim ciddi ses tonum sonlara doğru alaycı bir tavır almıştı.

"Hayır vahşi kedim, tam olarak hırlıyosun ve bu benim çok hoşuma gidiyor." bir an sarhoş olmuş gibi baktığına yemin edebilirdim ya da göz renginin değişmeye başladığına. Derin bir nefes alıp, bıkkınlıkla verdim. 

"Sen de çok ukala ve bencilsin. Hatta sapıksın, gereksiz. Ha bir de çok sinirime gidiyorsun. Dikkat et, bir yerler de ölüp kalma. Zira bu defa kurtaracak bir Su bulamazsın." bu defa aynı ifade benim suratımda vardı; alaycı ve ukala. Ters olan durum ise onun sinirlenmek yerine birkaç adım daha atıp, vücudunu bana yapıştırmasıydı. Sağ eliyle yavaşça saçımı okşamaya başladı ve gözlerini gözlerine sabitledi. Garip bakıyordu işte, değişik. Korkutucu ama güven verici, yakıcı ama ferah. Kesinlikle ona bakmak istemiyordum ya da bana dokunmasına dahi izin vermek ama yapamıyordum işte, bedenin kilitlenmiş gibi kıpırdamıyordu. Belki de benim kontrolümden çıkmıştı.

AVUKATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin