H A Y A L B O Z A N: Prolog
Gecenin koyuluğu gözlerimin kuyuluğuyla âlude olmuş, dolgun dudaklarımın arasından sızan soluk benzimin solukluğuyla taçlanmıştı. Karşımda bir ayna olsaydı eğer yeşil harelerimde kol gezinen tereddütü ve buz gibi çehremde gizlenen kaygıyı bana yansıtırdı.
Derin bir nefes alarak zihnimde devinen çarkları durdurmaya çalıştım. Nicedir bükük duran boynumu dolunaya kaldırdım ve ayın etrafını çevreleyen o ışıkla örülmüş gümüşi halkaları seyrettim. Gökyüzü örtüsü yıldız nakışlarıyla ziynetlenmiş, benim buğulu bakışlarım, isteksiz soluklarım ve zehirli düşüncelerimle kirlenmişti.
Bakışlarımın perde minvalinde kullandığı açık renk saç tutamlarımı hızlı bir hareketle kulaklarımın arkasına tıkıştırdım ve beyaz ellerimin mesken tuttuğu korkuluğu daha sıkı kavradım. Boğazımdaki arsız yumru saatlere baş kaldırırcasına direniyordu yokluğa, irislerimdeki buğu da keza yumru kadar arsızdı.
Gerçi bugün, sanki tüm kainat direniyordu bana.
Çünkü dönüyordum.
Pişmanlıklarıma, hüzünlerime ve hatırladığımda çehremi utanca boyayan tonlarca anıya...
Çocukluğuma, aileme, yurduma...
Tam da yarın, bir uçak seferiyle dönüyordum.
Belli belirsiz çatılan kavisli kaşlarımı gevşetmeye çalışırken, şefkatini yad ellerde yitirmiş soğuk bir meltem bedenime çarparak iliklerime kadar işledi. Üzerimdeki hırkaya biraz daha sarıldım, korkuluktaki ellerimi çekerek kollarıma sardım. Ve hafıza dehlizimde yüzen sahipsiz lahzalardan bazıları, varlığını hatırlatırcasına derinlere batmaya başladı.
Bazı anılar zihnimdeki beyaz perdeye yansıdığında, göğüs kafesimin içinde çırpınan hayali ebabil kuşlarının kavruk pişmanlık parçalarını kaburgalarıma fırlattığını hissediyordum. Ama geçmişi zaman çöplüğünden geri getirmek imkansızdı, telafi etmeye çalışmak gitgide daha derine batacağım bir bataklıkta çırpınmak gibiydi.
Şakaklarımdan başlayan bir ağrı dalgası başımın tümünü kapladığında, dikkatimi cebimde şiddetli bir şekilde titreşen telefonum celbetti. Annem arıyordu, fazla bekletmeden açarak telefonu kulağıma yasladım ve tatlı sesini işittim.
"Kızım, nasılsın bebeğim?"
Boşta kalan elimle korkuluğun soğuk demirlerini kavramış, gözlerimi uzaktaki yüksek bir binaya mesnetsizce dikmiştim. Anneme yumuşak bir sesle "İyiyim anne. Sen nasılsın, babam nasıl?" diye sordum.
Bekletmeden, yüksek enerjili bir ses tonuyla sorumu cevapladı. "Bomba gibiyiz tatlım, arkamıza yaslandık kızımızı bekliyoruz. E daha ne olsun?"
Beni çok özlemişlerdi, haklılardı. 6 yıldır buraya, İngiltere'ye, geldikleri birkaç sefer haricinde birbirimizi ancak telefon ekranından görebilmiştik. Eğitimimi bahane ederek yurda dönmeyi ve hatta onları ziyaret etmeyi reddetmiştim ancak geçen ay mezun olmam elimde mazeret bırakmıyordu. Ailemin nesillerdir sahibi olduğu şirkette işe başlamam kariyerim için yeterince tatmin ediciydi, hem anne babamı daha fazla üzmemem gerektiğini düşünüyordum. Üst üste birer merdiven basamağı gibi dizilen sebepler, varış güzergahımı doğduğum ve büyüdüğüm şehir olan İstanbul olarak belirlemişti.
Tepemden koyu renkli bir kuş ansızın geçtiğinde, düşüncelerimden ivedilikle sıyrıldım ve annemin cevap vermemi beklemeden yeniden söze girdiğini işittim. "Baban da telefonu istiyormuş, ona veriyorum şimdi." Onaylayan mırıltılar çıkardım.
Aynı anda gök kubbeden düşen ince bir yağmur damlası hassas tenime çarptı ve kirpiklerim gözlerimin üzerine battaniye gibi örtüldü. Bu buz gibi havada, inceden başlayan yağmur altında, korunmasız terasımda kendime eziyet etmeyi bırakıp yarı aralık kapıdan evime girdim. Tatlı sıcaklık hücrelerimi şefkatle kucaklarken usulca kadife koltuğuma yayıldım ve babamın genizden gelen sesine odaklandım.
"Kızım, yarın kaçta burada olacaksın? Annenle seni almaya geleceğiz."
Biletimi düşünüp yaptığım kısa bir hesaplamadan sonra "Öğleden sonra 3 gibi baba." dedim ve beklemeden ekledim. "Ama sizin gelmenize gerek yok, ben gelirim."
Göremesem bile kaşlarını çattığını tahmin ettiğim babam taviz verdirmeyecek bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Olmaz öyle şey, geleceğiz dedik. Seni ne kadar çok görürsek kârdır küçük hanım, güzel yüzüne hasret kaldık."
Babamın sözleriyle dudaklarımın kenarında buruk bir tebessüm peyda oldu, onlara karşı mahcubiyetim senelerdir bir gölge gibi peşimde dolanıyordu. Ama onlara çok daha iyi bir evlat olarak döneceğimi bildiğim için bu gölge beni karanlığında boğan değil serinliğinde dinlendiren türdendi.
Gözlerim karşıdaki duvar saatinde devr-i daim yapmayı sürdüren akrep ve yelkovana takıldığında, zamanın bir hayli ilerlediğini fark ettim. Konuşmayı sonlandırmak için söze girdiğim sırada ses tonum oldukça yumuşak ve dingindi.
"Siz nasıl isterseniz o zaman. Çıkmadan öne birkaç saat kestirmek istiyorum, müsaadenizle kapatıyorum."
Onaylayan mırıltılarını duyduğumda aramayı sonlandırdım ve bakışlarımla saatler sonra terk edip bir daha dönemeyeceğim evimi dip köşe taramaya başladım. Üç yıl önce taşınmıştım bu bakışlarımı bile ısıtacak kadar sıcak görünen, her detayı emeklerimle bezeli, her köşesi anılarımla döşeli eve. Şimdi bu evle de, edindiğim iyi dostlarla da, biriktirdiğim tonlarca hatırayla da usulünce vedalaşmalıydım.
Yaslandığım koltukta bir hayli yayılmam sonucu yatar pozisyona erişmiştim, göz kapaklarıma batan sivri iğneler deldikçe uykumu getiren türdendi. Odama kadar yürümek işkence gibi geleceği için kalkmayı reddettim ve ellerimi başımın altında birleştirip hırkama iyice sarındım.
Üstüme çöken uyku hissinin perde arkasında ise beynim durmaksızın işliyor, zihnimin sokaklarını belirsizliklerin ve endişelerin rengine boyuyordu. Çünkü geçmişin kollarında uyuttuğum o küçük kızın benliği şımarık, kendini beğenmiş, zorba, inatçı ve aptaldı. Şimdiki zamanın sinesinde uyanan benliğim ise bambaşkaydı, değişmiş ve eskiden olduğu kişiye gözlerinde pişmanlık, utanç ve düşmanlıkla nazar eder olmuştu.
İstemeden de olsa yaraladığım insanlar vardı. O yaralardan akan kan damlaları şimdilerde birer ateş parçasına dönüşüyor, vicdanımın suretine damlayıp azap veriyordu. Ve yarın bir gün o yaralarla, yaraları taşıyan bedenlerle yüz yüze geldiğimde ne yapacağımı kestiremiyordum. Tüm korkum ve huzursuzluğum bunaydı.
Çaresizlikle iç çektiğimde yine o malum uğursuz düşünceler girdabına dimağımı kaptırdığımı fark ettim. Oysa gerçekleşmemiş geleceğe sayfalarca senaryo yazmak, yaşanmamış şeyler için şimdiden hayıflanmak mantık dışıydı.
Silkelenip "Düşünme artık Hayal." diye fısıldadım kendime içimden. Ve bedenimi saran uyuşturucu etkili karıncalanmaya direnmedim, uykunun benim için araladığı kucağına teslim oldum.
*****
Hoşgeldiniz!
Buyurun, kapıyı aralayın ve içeri girin.
Burası bir dünya değil, bir diyar değil, bir evren. Ve siz sözcüklerimin büyüsüyle inşa ettiğim bu evrene, Hayalbozan Evreni'ne, giriş yaptınız.
Efsanevi, yıllarca düşünülmüş bir kurguyla; özenli, emek kokan satırlarla ve zihnimde benimle beraber yaşayıp kişiliklerine yön veren karakterlerle karşınızdayım. Eşsiz olacağını garanti edebilirim.
Nasıl buldunuz?
Eğer beğendiyseniz ve devamını olsun isterseniz oy vermeyi, yorum yapmayı unutmayın. Hoşçakalın!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
H A Y A L B O Z A N
Storie d'amore"Hayalbozan" ne demek bilir misin sevgilim? Hayallerin katili demek, umutların celladı demek, aşkın zalimi demek. İşte o sensin sevgilim. Ama yaşanmamış hayalimi bozmadın, yaşadığım hayalimi bozdun sen. O yüzden katil de diyemedim sana, cellat da...